Gönül adamı Vecdi...
Yetmişli yılların sonlarında "İkinci Baskı" kitabımın içinde yer alan "Kimse Sormadı Adını" başlığıyla uzun bir şiir yazmıştım. Şiirden önce, yazılış öyküsünü anlatmak istiyorum. 1977 mi, 1978 mi, o yılı UNESCO "çocuk yılı" ilan etmiş... Cem Yayınevi'nin yan kuruluşu "Arkadaş Kitaplar" ın başında da şimdi Can Yayınları'nın sahibi Erdal Öz bulunmakta... Bir gün, "Duyarlılığın çok elverişli, bir çocuk romanı yazabilirsin" dedi. Kırk sayfa kadar yazdım. Ama yazdıklarımı hiç içime sindiremedim. Öz de benim gibi düşünüyormuş. Müsvetteleri de yırtıp attım. Roman olarak kotaramadığım "Kimse Sormadı Adını"nı ertesi gün 300 küsur dizelik uzun bir şiir olarak yazdım. Öyküsü de özetle şöyle: Geçim derdi nedeniyle bir çocuk, ortaokuldan okumayı bırakır. Ağabeyisi bir fabrikada işçi temsilcisidir. Çocuk çalışmak zorundadır. Okulların açıldığı gün abisi, bir gazetenin matbaasına, o yılların teknolojisiyle "mürettiphanesi" ne çırak olarak verir. Yazılar mürettiphanelerde "entertip"lerde dizilir, satırlar halinde kurşun harflere dökülür, bu kurşun satırlardan oluşan sayfalardan kalıp alındıktan sonra gazete basılırdı. Çocuk, mürettiphanede bu işleri gözlemler; artık yazı dizecek düzeye gelmiştir. İlk dizdiği yazı da, greve öncülük yaptığı için abisinin tutukluluk haberi olacaktır. Çırak çocuğun bir özelliği de bütün bu zaman içinde kimsenin adını sormayışıdır. Şiir şöyle son bulmaktadır: "Matbaada herkesin bir adı var / Tabib Usta: Baretta / Emin: Elmor /Çırak Erhan: Colombo / Düzeltmen Refik: Abadi / Vecdi: Petroçelli / Medeni: Kürt Prensi / Oysa hala kimse sormadı / ne adımı ne soyadımı / Umuttan, emekten, alınterinden / aşk, inanç ve sevdadan / bir de barıştan / aldım adımı." Bu isimler gerçek ve hepsi de Cumhuriyet gazetesinde çalışıyordu. Bunları neden mi anlattım? Adını, o yılların televizyon dizisi avukat "Petroçelli"den alan, Avukat Vecdi Altıntaşlı artık aramızda değil. Kırk yıllık, üniversiteli yıllarımdan candan bir arkadaşım, sırdaşım, bir aziz kardeşim idi Altıntaşlı... Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra bir süre Cumhuriyet gazetesinin düzeltme servisinde çalışmıştık. Arkadaşlar yadırgardı bir avukatın gazetede çalışmasını... O, "Babam Mersin'de gazeteciydi, mürekkep kokusu damarlarıma işlemiş" derdi. Yemesi de içmesi de edep dairesindeydi. Şakayı sever, gocunmazdı. Kibiri yoktu. Avukatlığı üzerine düzmece öyküler uydururlardı, bilmem kimi karısı yerine kızını boşamış diye, güler geçerdi. Kırk yılda bir kez olsun kimseyi kırdığını görmedim, duymadım. Arkadaş uğruna çok kez evden pijamayla fırlayıp meyhaneye koştuğu da olmuştur. İnsan gibi bir insandı. Bir gönül adamıydı. Adı anılarımızda yaşayacak artık, benim şiirimde olduğu gibi...
|