|
Yılmaz Güney efsanesine ilk yolculuk
|
|
Bu birebir bir Yılmaz Güney hayat dilimi değil ondan yola çıkıp daha genel ve soyut şeylere ulaşmaya çalışan bir deneme.
Yolda"yı büyük bir merakla bekliyordum. Gördüğüme memnunum. Daha doğrusu, bir tabunun yıkılmasından, Yılmaz Güney'in o "bir türlü perdede gösterilemez, ekranda canlandırılamaz Türk büyükleri" kategorisinden çıkarılıp yeniden, bir film boyunca da olsa hayata dönmesinden hoşnutum. Aynı şeyi, Erden Kıral'ın uzun bir süredir çok özlediğim kendine özgü sinemasına kavuşmanın keyfi için de söyleyebilirim. Ama bu filmin doyurucu olduğunu söylemek kolay değil. O bir yana, Güney'i tanımayan, özel biçimde ilgi duymayan ve serüvenini bilmeyenler için gerçek biçimde ilginç olduğunu söylemek de kolay değil. Elbette dış görünümleri ve onların yapay handikaplarını aşmak gerekiyor. Halil Ergün Yılmaz'a, Yeşim Büber Fatoş'a benziyor mu tartışmalarının çok anlamı yok. Hele iki oyuncunun da son derece iyi birer iş çıkardıklarını ve duyarlılıklarıyla filme çok şey kattıklarını düşününce... Ama o kadar çok şey gerçeklerle çelişiyor ki... İmralı Cezaevi'nden nakil deniyor, bir adadan ayrılındığına değin hiç bir sahne yok. Yılmaz'ın İmralı'dan Isparta Cezaevi'ne nakledildiği biliniyor ama o zaman Doğu'ya, Kapadokya'ya gidişin anlamı ne? Filmin, basın bültenlerinde denildiği gibi "zaman ve mekan kavramı dışında bir işleyişe sahip olduğunu" ve de asıl amacının "Sandığımız kadar özgür müyüz?" sorusuna yanıt aradığını kabul etmek zorundayız. Yani bunun birebir bir Yılmaz Güney hayat dilimi değil, ondan yola çıkıp daha genel ve soyut şeylere ulaşmaya çalışan bir deneme olduğunu. Ancak o zaman filmi ciddiye alıp irdelemek mümkün olabilir.
ÖFKE VE DOSTLUK O zaman, kuşkusuz ilgi çekici şeyler var. Yılmaz'ın elleri bağlı bir dev gibi, hep içerde, hep kapalı, hep özgürlüğünden yoksun bir yaratıcı olarak, kafasındakileri hep başka yönetmenlere teslim etmesi ve asla tam istediğini yapamaması olayının içerdiği dram, iyi ortaya çıkıyor. Bir sahnede, üzerinde neredeyse sandalye kırdığı insana bir dakika sonra içtenlikle sarılması, yine doğru bir tespit: Öfke fırtınalarının arkasından gelen dostluk, işte tam Yılmaz. Ya da, sürekli terleyen, şaşkın, kaygı dolu o resmi görevliler eşliğinde yapılan "yolculuk" sırasında, izbe bir kafeye birden dalan ve Yılmaz'ı bir sevgi halesi içine alan Kürt düğünü. O da görkemli bir sahne. Ve de filmin belki Erden Kıral açısından asıl önemli yanı. "Bayram" adıyla başlayan "Yol" başyapıtının onun elinden alınmasının yarattığı büyük kırgınlığın, yıllar sonra bir film aracılığıyla dile gelmesi, Yılmaz kadar o genç yönetmenin yaşadığı dramın da oldukça güçlü biçimde ortaya çıkması. Evet, bu kez bizden bir sinemasever filmi bu. Belki geniş kesimler için o denli parlak olmayan ama bir dönemde Yılmaz'ı tanımış, sevmiş olanlar veya onun efsanesine yaklaşmak isteyenler için her şeye karşın ilginç olan. Arkasından başka Yılmaz Güney filmleri gelmesini umarak.
|