| |
|
|
Bu yazıyı Başbakan Erdoğan okumasa da olur..
Teolog, matematikçi ve filozof George Berkeley (1685-1753), bir antimateryalist olduğu ve her şeyi maneviyattan saydığı için, Marksistler'in kara listesindeki isimlerdendir. Berkeley'in "Olmak algılamaktır" (esse is percipi) şeklindeki dünya görüşüne karşı, Nazım Hikmet'in de 1926'da yazdığı "Berkley" şiiriyle öfkesini seslendirdiğini edebiyat tutkunları hatırlar: "İşte sen / işte senin felsefen: / Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün / cilalı derisine parmaklarını sürdüğün / parlak / yuvarlak / elmaya: / "Fikirlerin bir / terkibidir,"diyorsun! / Dışımızda bize bağlanmadan / var olan / varlığı / inkar ediyorsun!" Durup dururken Berkeley'in felsefesini nereden hatırladım sorusunun cevabına gelince.. Bazen bizler de iç ve dış politikanın gerçeklerini görmek yerine, algıladıklarımızı gerçek biçiminde varsaymayı tercih etmiyor muyuz? Bu yüzden de, iç politikanın gerçekleri ile dünya konjonktürü arasında uyumsuzluklar olduğu zaman "Yine kim düğmeye bastı" diye telaşlanmıyor muyuz? Bu söylediklerimi şöyle somutlaştırmaya çalışayım: Milliyetçilik ve hatta ulusalcılık, mezhepler, etnik başkaldırılar, laiklik, teokrasi, eski ile yeninin çatışması, partiler, hizipler, yoksulluk, zenginlik,vb. Bunlar hem yerel, hem de her ülkede var olan gerçekler. Buna karşı, her çağda uluslararası düzeni belirleyen "Global Güç"lerin ülkelerin yerel gerçeklerine koyduğu bir tavır var. Bu global güç Roma, Britanya, Osmanlı, Sovyet veya Amerikan adı ile tanınabilir. Siyasette hüner, yerel gerçeklerle uluslararası konjonktürü çatışma ve çelişme noktasına getirmeden, uyum halinde tutabilmektir. "Turkish Policy Quarterly" dergisinin son sayısında İlhan Kesici'nin "Yakınlaşma mı, Ayrışma mı" içerikli makalesini (Convergence or Divergence) okurken, Berkeley aklıma geldi. Özetlersem... Eleştirsek ve reddetsek de, çerçevesini Amerika'nın belirlediği bir "Yeni Dünya Düzeni" var. Bu düzen eksiklerle, aksaklıklarla, haksızlıklarla dolu olsa da "Var" neticede. Eski dünya düzenini simgeleyen ülkelerin önünde de, yeni düzene uyum konusunda iki alternatif bulunmakta: 1 - Ya Yugoslavya modeli çöküş.. 2 - Ya da Bulgaristan modeli geçiş.. Geniş açıdan bakıldığında Türkiye'nin, Yeni Dünya Düzeni ile bir kavgası veya uyumsuzluğu yok. Ama bu düzene uyum olayı statik bir durum değil. Her gün, her an tutarlı politikalar belirlenmesi ve yerel gerçeklerin uluslararası gerçekleri unutturmaması gerekiyor. Bir önemli gerçeği de yine vurgulamalıyız: - Türkiye'nin her ulusal sorunu, aynı zamanda uluslararası sorundur! Neticede Kaddafi bile Yeni Dünya Düzeni'ne uyumsuzluğun sonuçlarını görebildiği için konumunu değiştirdi. Çeşitli biçim ve şiddetlerde bu yeni düzen, Irak'ta, Afganistan'da, Gürcistan'da, Kırgızistan'da, Ukrayna'da yansımalarını gösterdi. Suriye olayın çapını gördüğü için Lübnan'dan çekildi. Suudi rejimi geleceğini kestiremez durumda. Kısacası böyle dönemlerde siyaset en zor ve en hesaplı olması gereken meslektir. Sadece yerel eğilimlerin rüzgarında veya sadece "Gelecek seçim"i düşünerek politika yapanlar, kendilerinin de ülkelerinin de geleceğini zorlu ortamlara sürüklerler. Yani zaman "Maneviyatçılık" veya "Şovenizm" yapacak zaman değildir. Zaman "Gerçekçilik" zamanıdır. Politikada Berkeleycilik, akıl dışıdır.
|