|
|
|
|
Yüreğinin götürdüğü kitabı yazdı
35 dile çevrilen "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" kitabının yazarı Susanna Tamaro, ilk filmi "Benim Sevgimde"yi ve "Rüzgar Ne Diyor" kitabını anlattı.
Yabancılar bize zenginlik katar
Bir öyküsünü "Benim Sevgimde" adıyla filme çeken Susanna Tamaro, son kitabı "Rüzgar Ne Diyor"da da mülteci sorununa duyarlılığını gösteriyor.
Neredeyse bütün dünya öyküsünü biliyor. 18 yaşındayken tanık olduğu deprem onu çok sarsmıştı ve 25 yaşında geçirdiği ölümcül hastalıktan sonra kendini yazmaya verdi. Türkçeye çevrilen ilk kitabı "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" ile insanın iç sesini dinleyerek yaşamında kendisini mutluluğa götürecek en doğru yolu bulabileceğini anlattı. Kitap 35 dile çevrildi. Sırayla diğer kitapları geldi "Tek Ses İçin", "Anima Mundi/Dünyanın Ruhu", "Sevgili Mathilda", "Büyülü Çember", "Tombul Yürek"... Özel hayatı da yazdıkları kadar ilgi odağı oldu. Orvieto'da küçük bir köy evinde, kedileri ve köpekleriyle adeta inziva hayatı yaşıyordu. Erkeklerdense kadınları tercih ettiği söyleniyordu. Son yıllarda onunla yapılan röportajlarda artık roman yazmayacağının mesajlarını vermeye başladı. Sinema eğitimi almıştı ve film yapmak istiyordu. "Yanıtla Beni" adlı öykü kitabındaki "Cehennem Yoktur" adlı öyküyü "Benim Sevgimde/ Nel mio amore" adıyla beyazperdeye aktardı. Susanna Tamaro filmden sonra boş durmadı ve Türkçede bu hafta "Rüzgar Ne Diyor" adıyla Can Yayınları arasında çıkan öykü kitabıyla, mülteci sorununa bir pencere açtı. Tamaro'nun huzurlu kır evinin kapısını onu bize sevdiren çevirmeni Eren Cendey'le tıklattık...
* Sinemaya adım atarken neden psikopat kocasının baskısı altında bunalan bir kadının mücadelesini anlatan bu öyküyü seçtiniz? Bu öyküyü seçtim çünkü kitaptaki öteki öyküler üzerinde de senaryo çalışması yaptıysam da bu öykü; bir kadının karanlıktan yavaşça ışığa doğru yürüyüşünü çok etkileyici bir biçimde yansıttı. Zaten film öyküdeki gibi sona ermiyor; umutsuzluktan koparak kahramana bir kurtuluş sunuyor ve kızına sevgisini hissettiriyor.
SİNEMANIN GÜCÜ BÜYÜK
* Nasıl bir yönetmensiniz? Hoşgörülü ve anlayışlı mı yoksa zor mu? Benim öykülerim gibi yoğun ve duygusal bir film oldu; üstelik sarsıcı bir olay olduğu için seyircinin zihninde pek çok sorunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Teknik açıdan ise en çok üzerinde durduğum nokta ışık ve aktörlerin içsel gerçeklikleri oldu. Ben son derece hoşgörülü ve neşeli bir insanımdır; yönetmen olarak da aynen bu niteliklerimi yansıtırım. Sette müthiş bir uyum; canlı bir işbirliği vardı ve bu ortamdaki pek çok kişiyi şaşırttı. İnsani ve mesleki açıdan olağanüstü bir deneyimdi.
* Anlatmak istedikleriniz açısından hangisi daha etkili oldu? Öykü mü yoksa film mi? Yazmak ve yönetmek arasında büyük bir ayrım görmüyorum. Her iki alanda da daima duyguları ve düşünceleri yansıtmaya çalışıyorum. Sinema yapmak insanın kendini ifade edebilmesi için şahane bir yöntem ve belki de böylesi görsel zamanlarda filmin kitaptan daha çok sayıda kişiye ulaşması olası. Gene de ticari kaygılar var çünkü İtalyan pazarına baskılarını dayatan Amerikan filmlerinin egemenliği söz konusuyken her bir ülkenin kendi duyarlılığını dile getirmeye uğraşan ürünlere pek az şans tanınıyor.
* Sizi hayallerin, umudun, sevginin yolunu gösteren kitaplarınızla takip ettik. "Rüzgar Ne Diyor" ise göçle başlayan dramatik öyküler. İtalya'da da göçmen sorunu yıllardır en önemli gündem maddelerinden biri değil mi? Son on yıldır bu mülteci sorunu ortaya çıktı çünkü hem coğrafi konumu hem de tavrı nedeniyle Avrupa'ya en kolay açılan ülke İtalya oldu. Böylece neredeyse yüzyıldır çalışmak için başka ülkelere göç eden İtalyanlar büyük sayılarda yabancıyı kabul etmek zorunda kalan bir ulusa dönüştüler. Ve bu da hiç kolay olmadı. Sürekli zor ve umutsuz durumlar gündeme geliyor ve bu da bizleri güçlükle denetim altına alınabilen bir olgu üzerinde düşünmeye itiyor. Kitaptaki öyküler 1992'den 1998 yılına uzanan geniş bir zaman diliminde yazıldı; ama hepsi yabancı olmayı temel alan ve ortak bir noktada buluşan öykülerdi. Ne yazık ki hepsi yaşanmış olaylara dayanıyor.
* İtalyanların artık ülkelerindeki göçmenlerden çok sıkıldıklarını ve yabancı işçi çalıştırmak istemediklerini biliyoruz. Başınızdan göçmenlerin dünyasına ilgi duymanıza neden olacak bir olay geçti mi? Neyse ki, İtalyanlar yasaları yapanlara oranla daha hoşgörülü insanlardır ve yabancılara ve hatta güneyli İtalyanlara - belirgin bir düşmanlık sergileyen Kuzey'in bazı zengin bölgeleri dışında durum olabileceğinden daha az dramatik bir durum sergilemektedir. Soyut ve gerçeğe uygun olmayan yasalar olup bitenleri daha da karmaşıklaştırıyor. Yabancıların ülkeye büyük bir zenginlik katacaklarına inanırım. Pek çok yabancı arkadaşım var ve insani gerekçelerle mültecilere yardım eden organizasyonlarla işbirliği yapıyorum. Tamaro Vakfım ile (www.limmat. org) İtalya'da okumak ve sonra dönüp kendi ülkelerinde çalışmak isteyen kızlara burs veriyoruz. Bu 2000 yılından beri süren bir etkinlik ve bana büyük tatminler yaşatıyor. Harika yabancı kadınlarla tanışma şansım oldu. Yedi yıldır oturduğum kır evimde üç çocuklu Perulu bir aileyle yaşıyorum.
AİLE HAYATI KURAMADIM
* Hayatınızda aşkın yeri ne? Otuz yaşıma kadar bir erkekle ortak bir hayat kurabileceğime inandım. Elbette bir de erkek arkadaşım vardı. Ama sonra hayatımın yaratıcı gerginlik düzeyinin aile hayatıyla uyuşamayacağını anladım; çocuklar dünyaya getirmek ve onları büyütmek sorumluluğu bu düzende söz konusu olamayacaktı. Bu nedenle hiç de üzülmeden çalışmaya ve sahip olduğum pek çok arkadaşıma adadığım bir hayat kurdum.
Figen Yanık
|
|
|
|
|
|
|
|
|