|
Festival sayesinde yeniden keşfedilen bir semtten izlenimler: Beyoğlu
|
|
Tüm görkemi ve sefaleti içinde Beyoğlu... Kızsak da, korksak da nefret etsek de vazgeçemediğimiz semt.
Festivaller insanları eğitir, coşturur, mutlu kılar. Aynı zamanda festivaller insanları kaynaştırır, birleştirir. Tam hızıyla süren 24. İstanbul Film Festivali nedeniyle Beyoğlu'nu mesken tuttuğumuz şu günlerde, bunun doğruluğunu bir kez daha anlıyorum. Bir kere, gencecik öğrenciler, işi asmış "yuppie" ler veya o günlük bulaşıktan sıyırmış ev hanımlarıyla basın, aydınlar veya sosyete dünyasından kişilerin, diyelim ki Emek Sineması'nda buluşup aynı filmi beklemeleri veya çıkışta tartışmaların birbirine karışması ne güzel... Ki aynı kişiler, biraz sonra İstiklal Caddesi'nde yürürken veya "taksi almak" için dar sokaklardan Tarlabaşı'na inmeye çalışırken, Beyoğlu'nun o değişmez şüpheli ve tedirgin edici kalabalığıyla, karanlık yüzlü adamlar, sakalı uzamış berduşlar, gencecik potansiyel kap-kaççılar, yaşını hiç belli etmeyen kadınlar veya kadın mı erkek mi olduğu anlaşılmayanlarla dirsek dirseğe yürüyecektir: Kalpleri belli bir heyecanla çarparak... Çünkü burası Beyoğlu'dur ve bu muamma semtin 1001 türlü insanı vardır. Tam o sırada, vaktiyle benim de dirsek çürüttüğüm Beyoğlu Güzelleştirme Derneği'nin önerisi gazetelere yansımaz mı: İstiklal Caddesi'ni yeniden trafiğe açmak... Gerekçesi de şu: Kap-kaç ancak bu yolla önlenebilirmiş! Derneğin tanımadığım yeni yöneticileri, akıntıya böylesine kürek çekmeye niye kalkışıyorlar? O cadde artık tümüyle yayaların oldu, bir nehir gibi yürüyen kalabalığa teslim oldu. Ve iyi de oldu. Bundan geriye dönüş olur mu? Evet, Beyoğlu bugünlerde festivalle yatıp festivalle kalkıyor. Ünlü gazeteciler var izleyiciler arasında: İsmet Berkan, Güneri Civaoğlu, Emre Aköz-Nur Çintay, Güngör-Ruhat Mengi, Zeynep ve Ahmet Oral, Deniz ve Mehmet Adanalı'... Ali Bayramoğlu-Fehmi Koru hiç ayrılmıyorlar, neredeyse onları da çift gibi göreceğiz! Yönetmenlerden Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Reis Çelik, Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz'u gördüm. Ve de bol bol karşılaştığım benim sanatçı festival dostlarım: Pınar Kür, Füruzan, Şerif Sezer, Ayten Uncuoğlu, Güler Ökten, Filiz Kutlar, Yasemin Alkaya, Ceyda Düvenci-İsmail Hacıoğlu çifti, Erdoğan-Alegra Mitrani...
İYİ ŞEYLER, KÖTÜ ŞEYLER Ve de elbette Beyoğlu. Tüm görkemi ve sefaleti içinde Beyoğlu. Kızsak da, korksak da, nefret etsek de vazgeçemediğimiz semt...Vaktiyle İstanbul'un Batı'ya, Avrupa'ya açılan yüzü ve azınlıkların kalesi olan ama son yıllarda Doğu'dan gelen bir göçe teslim olarak iyice yozlaşan, şimdilerde ise Doğu-Batı sentezini şehircilik düzeyinde ve kültürlerin kaynaşması platformunda, bir laboratuar gibi yaşayan kent parçası. Film aralarında farklı mutfakları, eski-yeni mekanları, yapılıp yapılmayanlarıyla Beyoğlu'nu da yeniden keşfediyoruz. İstiklal Caddesi tarihinde hiç bu kadar iyi aydınlatılmadı. Yeni başkan Ahmet Misbah Demircan, o bir türlü yanmayan direkleri sökerek, tepeden aydınlatmayla koca caddeyi bir ışık nehrine çevirmeyi başarmış. Ayrıca yan sokaklarda, beyazla çizilen bölümler içinde sokağa masa-sandalye izniyle birlikte, bu sokaklar canlı ve yaşayan mekanlara dönüşmüş. Ama tatsız şeyler de var. Örneğin, her festival zamanı mutlaka yapılan ve o iki haftayı hem bizler, hem de yabancı konuklar için zorlaştıran çalışmalar... Beyoğlu'nun göbeğindeki İSKİ kazısı yüzünden iptal olan Beyoğlu karakolu civarındaki otopark, benim gibi kaç kişi için ne zorluk yaratıyor... Tepebaşı'ndaki kaldırım çalışmaları ise The Marmara-Pera civarını hallaç pamuğu gibi atmış. Ve Tepebaşı demişken, kentin en eski yeşil alanlarından olan Tepebaşı parkının ruhu için de bir fatiha okuyalım. Çünkü artık o park yok! Gerçi Dalan zamanında zaten parklığı elinden alınmıştı. Ama en azından bir platform ve Halice karşı oturma yerleri vardı. Oysa birkaç ay öncesinde tüm bunlar yok edilip yerine beton bir alan yaratıldı. Ve son konan çizgiler de buranın bir otopark olarak kullanılacağını gösteriyor. Evet, kentin vaktiyle ünlü Tepebaşı bahçesi ve gazinosu, Dram Tiyatrosu gibi kurumlarını barındıran bir alanı, bir günde beton bir otoparka dönüşüyor. Ama bir tek İstanbul sayfasında (ama artık nerede İstanbul sayfası var ki) ya da İstanbulsever bir yazarın köşesinde buna dair iki satır çıkmıyor...
SANKİ SOSYALİST ÜLKE Ve de bu kentin belediyesiyle festivalin asla aynı telden çalmadığına dair bir örnek daha... Festivalin orta yerinde, Büyükşehir Belediye'sine bağlı Kentsel Tasarım Müdürlüğü'nden gelen bir kağıtta, Emek Sineması'nın sokağın köşesindeki tanıtım direğinin "7 gün içinde yıkılması" isteniyor. Sokak içinde bulunan Emek, Sinepop ve Majestik sinemalarının, eski belediye döneminde izin alınarak diktikleri, son derece zarif birer madeni direk bunlar. Üzerinde ışıklı birer reklam panosu bulunan... Ne istiyor belediye bunlardan? İlle de her şeyin, eski sosyalist devletlerde olduğu gibi, merkezden buyurulan emirlerle kotarılması, özel işletmeciye kendi panosunu yapma hakkının tanınmaması mı? Bu zihniyet yüzünden bu kent, Beyoğlu'suyla, ana caddeleriyle, Batı şehirleri gibi ışıl ışıl olmaktan hep uzak kalmadı mı? Gerçi sağolsunlar, Büyükşehir'in özel kalemine telefonlarımızdan sonra, sorun çözümleniyor. Ama geçici olarak... Ve festivalden hemen sonra yeniden tartışma koşuluyla. Umarım ki belediye bu buyurgan tavrından vazgeçer ve insanlara ve kurumlara, bu alanda, bir demokrasiye yakışır biçimde inisiyatif ve özgürlük tanır.
|