Bikini mevsimi geliyor, kahır başlıyor!
İskendercide oturuyoruz. Ben tereyağlı bir buçuk götürüyorum, arkadaşım sadece salatayla yoğurt istemiş. Üstelik yoğurdun da yağlı olduğundan şikayet edip duruyor. Benim tabağımdan bir salçalı pide çalmış, hâlâ onun vicdan azabı içinde! Arka arkaya sıcak günlerden sonra, kapalı, serin bir hava. Soğukla beraber benim vücudumda da hemen "yağ depolama" içgüdüleri belirmiş, kendimi iskendere, künefeye vermişim. "İçgüdü" belgeselini seyrettiyseniz bilirsiniz. Bizim, patates kızartmasını haşlanmış kabağa, İskender'i elmaya tercih etmemizin, yağlı ve kilo yapan gıdaları daha lezzetli bulmamızın sebebi, tamamen genetik.
İSKENDER'İ GÖTÜRÜRKEN... Sadece yağlı, şişmanlatıcı gıdaları seven, onları lezzetli bulan atalarımız hayatta kalmış çağlar boyunca. Öteki "salatacı" sıskalar, önce av hayvanlarının yok olduğu dönemlerde, soğuklarda, sonra kıtlıklarda, buldukları her şeyi yememiş olmanın pişmanlığıyla göçüp gitmişler. Biz oburların torunlarıyız, ve genetik olarak kilo yapan, uzun zaman enerji veren gıdaları lezzetli bulma eğilimindeyiz! Karşımda oturan arkadaşım, kod adına "Sıska" diyelim, yaş otuz beş, boy benden uzun, 36 beden, kalça ölçüsü sanıyorum 90 veya altı, şahane bir kadın. Ama neye yarar, ani bir kıtlıkta bu genlerini gelecek kuşaklara geçiremeyecek! Ve fakat, deniz mevsiminin gelmesine bir ay kalmış bulunan şu günlerde, ben İskender'i götürürken, karşımdaki Sıska, kara kara düşünüyor! En sonunda baklayı ağzından çıkardı: "Yağ aldırmayı düşünüyorum!" Sinirli bir tepki vermemek için, hiç duymamış gibi davrandım, ve cevap olarak pidemi salçalı tereyağ gölüne banıp ağzıma attım! Ama ders almıyor, gözümün içine içine bakıp duruyor. "Ne dersin? Hayır, çünkü LPG'yle falan olmuyor" deyince, çatalı bıçağı "şaaak" diye tabağa bırakmışım! "Senin kalçan 90 cm. falan değil mi canım?" dedim. "Boyun da 1.80'e yakın. Kendine ne yapmak niyetindesin?" Hepimiz biliriz ki mart-nisan ayları, kadın vücudunun kendini selülite, basen genişlemesine, ayva göbeğe verdiği aylardır. Kış aylarında alınan kilolar, depolanan yağlar, baharın gelmesiyle birlikte zirveye çıkıp iyice göze batmaya başlar. Ne var ki, yazın hava ısınır, yüzmenin, yanmanın, en azından yürümenin etkisiyle vücut toparlanır, sıcaktan kebap-tatlı faslı azalır ve Ağustos ayına doğru, herkes kendi ölçülerinde "gayet şahane" olur! Bunu kendisine anlatmaya çalıştım ama, o Brezilya sendromuna girmişti bile!
BIRAK DAĞINIK KALSIN! "Brezilya sendromu", genetik olarak kalçasının, baseninin genişliğini, göğüslerinin küçüklüğünü, bacaklarının çok uzun olmayışını bir türlü kabullenmeyen, garip ama top model Gisele'e benzemeye çalışan, bunun için çaba ve para harcayıp sinir sahibi olan Türk kadınlarının hastalığı! Bir yerde Japon kadınlarının bacaklarına demirler taktırarak uzamaya çalışması, Araplar'ın cilt açma kremleri kullanması gibi bir şey. Fuzuli yani. Bırak dağınık kalsın! Senin de elin ayağın güzel, idare et işte! Maalesef İstanbul'un havalı kadınları kafayı yemiş durumdalar sayın okuyucular! Bu seneki kadar potansiyellerini zorladıklarını görmemiştim. Metrocity'de yeni açılan Zen'den, Nişantaşı'ndaki Motus'a, estetik müdahaleler de yapan daha tıbbi güzellik merkezlerinden, La Prairie, Dermalogica, Guerlain gibi kozmetik markalarının merkezlerine kadar, her yer hıncahınç! 90 cm. kalçalı, ama enjeksiyonla yağ aldırmaya karar vermiş arkadaşım gibi, selülit giderme masajı olduğunu tahmin ettiğim LPG'den liposuction'a, çamur banyolarından yosun kürlerine, yürüme bantlarından ozon tedavilerine, lazerlerden cilt nem maskelerine koşan, yüzlerini ve vücutlarını bir gıdım daha Gisele'e benzetmeye çalışan kadınlar, Brezilya sendromu içinde kıvranıp duruyorlar. Amaç bikininin içinde bir gıdım daha iyi görünmek! İnsan korkmuyor değil tabii. Burada sırıta sırıta iskender yerken, yazın gelip çatması ve minik bikinilerin içinde bütün kış Gisele'e benzemek için mesai yapmış, e muhakkak bir nebze olsun başarı kazanmış kadınların arasında kalmak da var! Şu LPG işini bir araştırayım ben!
|