| |
|
|
Hassas konular
Süleyman Demirel'le görüşme süremiz "45 dakika ile" sınırlıydı. Sınırı koyan "doktorlardı." Saat 11.30'da konuşmaya başladık. Saat 12.15'te "beyefendi" dedik: - 45 dakika doldu... Bize müsaade. Demirel, önce Dr. Aylin Cesur'a baktı. Sonra saatine. Ve bize döndü: - Konuşmayı burada kesemeyiz... Bu konuyu yarım bırakamam. O sırada konu "derin devlet" idi. Demirel'e sorduk: - Ne yapalım? Bir kez daha saatine baktı. "Devam edeceğiz" dedi. - Yarım saatin daha var.
Bir ara telefon çaldı. Demirel açmadı ve "şu talimatı" verdi: - Konuşmamın kesilmesini istemiyorum... Hiçbir telefon bağlanmasın. "Konu" yine derin devletti. Ve Demirel, ağzından çıkan her sözü ölçüp, biçip tartıyordu. Dikkatinin dağılmasını istemiyordu.
35 yıldır Demirel ailesinin hizmetinde olan "emektar İsmail" bize çay getirdi. Demirel'den, İsmail'e: - Kapıyı kapat... Konuşmam bitene kadar hiç açılmayacak. Baba o sırada "çıt çıkmasını... Sinek uçmasını" bile istemiyordu. Zira "asker ve siyaset" konusunu anlatıyordu.
"Bir şey daha" anlattı. Yine "sözlerini hiç kestirmeden... Ve çok dikkatli bir üslupla." Anlattığı, yıllar öncesine ait bir anıydı. "Yazılmamak kaydıyla" dedi. Demirel'le görüşmelerimizi teybe almazdık. Bu defa resim çekmek, TV için film çekmek gibi işlerle de uğraştığımız için, Demirel'in önüne teyp koyduk. Onun "yazılmayacak" dedikleri de teybe kaydedildi. Bunu kendisine de söyledik. Tepkisi şöyle oldu: - Teyp, çözüldükten sonra, bu bölümü çekmecene koy... İleride yazarsın... Ama şu dönemde asla. Konu yine "devletin derinliklerinde geçen bir olaydı."
|