|
|
|
|
|
|
Milliyetçilikler
Geçen haftaki İngiliz The Economist dergisi içinde bir Türkiye ekiyle çıktı. Bir Türk ile evli olan Tim Hindle'nin yazdığı 14 sayfalık değerlendirme genelinde Türkiye ile ilgili gayet olumlu bir yaklaşım sergiliyordu. Vahim maddi hatalar da içeren değerlendirme Türkiye'nin AB üyeliğine karşı öne sürülen gerekçeleri bir bir ele alarak, balonlarını patlatıyordu. Dinin gündelik hayatta giderek daha fazla kendini hissettirmesi modernleşmenin doğal sonucu olarak sunuluyordu. Yazarın en temel saptamalarından birisi Türkiye'yi kuranlar ve bugüne kadar yönetenlerin yönettikleri ülkenin sergilediği çeşitlilikten pek hazetmedikleri. Hindle, bu bağlamda özellikle Kürtler'in ve Aleviler'in taleplerinin ve sıkıntılarının altını çiziyor, her iki grubun da yerleşik düzenden yabancılaşmalarının nedenlerini anlatıyordu. Kürtler bağlamında bu yabancılaşmanın yarattığı taleplerin bağımsızlık isteyen bir milliyetçilikle, kültürel haklarla sınırlı hedefler arasında tanımlandığını saptıyordu.
Tehlikeli kutuplaşma Değerlendirmenin en büyük eksiği Türk milliyetçiliğiyle ilgili bir bölümün olmamasıydı. Halbuki Türkiye'de şu sıralarda öfkeli bir milliyetçi tepkinin biriktiğini ve giderek kabına sığamadığını gözlemlemek zor değil. Üstelik bu tepki, bilyaları saçılmış bir rulmanı andıran AKP hükümetinin hemen her konuda yarattığı boşluk nedeniyle sürekli bileniyor. Bu tepki küreselleşmenin sarsıcı etkilerinden, Türkiye'deki toplumsal değişimin yarattığı güç dengesi kaymalarından etkileniyor. AB ve ABD ile ilişkilerde yaşanan sorunların algılanışından ve nihayet Irak'taki gelişmelerden ve Kürtler'in o ülkede elde ettikleri siyasi kazanımların sindirilememesinden besleniyor. Milliyetçi söylemdeki etnik vurgu ve diğerinin şeytanileştirilmesi, komplo teorilerinin de katkısıyla giderek artıyor. Bir Türk Miloşeviç'i arayanların safları da kabarıyor. Tam böyle bir ortamda Mersin'deki Nevruz kutlamalarında Türk bayrağının yakılması, söyledikleri ile yaptıkları bir türlü çakışamayan Leyla Zana'nın Abdullah Öcalan'ın ablasının elini öpmesi bu yangını körüklüyor. Öcalan'ın demokratik konfederalizm etiketi altında ortaya çıkan Kürt etnik milliyetçiliği ülkedeki en temel refleksleri harekete geçiriyor. Bölünme hedefleyen boy gösterisi, ülkeyi çok tehlikeli bir kutuplaşmaya doğru sürüklüyor.
Türkiye ağır bedel öder Kürtler adına HEP'ten DEHAP'a uzanan bir çizgide siyaset yapma iddiası taşıyanlar sorumlu ve dar milliyetçiliğin dışına çıkan bir siyaset geliştirmeyi beceremediler. Muhtemelen böyle bir çaba da göstermediler. Kolektif kimlik siyasetini bireyi özgürleştirici, vatandaşlığı pekiştirecek demokratik bir siyaset arayışına tercih ettiler. Bu amaç doğrultusunda hak ve özgürlük alanlarını genişletmeye çaba göstereceklerine içe kapanmayı yeğlediler. Tarihe gömülmüş olması gereken Stalinist bir lider kültü ile çağın dışında kalmış bir etnik milliyetçilik ön plana çıktı. Miloşeviç arayanların ekmeğine bundan daha fazla yağ sürecek bir siyasi tavır bulmak herhalde mümkün değildi. Ancak Miloşeviç arayışında olanların da o eli kanlı diktatörün siciline iyi bakmalarında yarar var. Hedeflediklerini elde edemediği gibi kendi halkına da büyük zarar verdi. Türkiye'nin benzer bir yola kayması tüm topluma ağır bedeller ödetebilir. Tüm bu olup bitenlerde gündemi olmayan, hatta gündeme müdahale edecek refleksleri bile kalmayan AKP hükümetinin sorumluluğu büyüktür. AKP hükümet edebilmeye ve Türkiye'nin geleceğini tasarlamaya yeniden ve hemen başlamazsa ülkeye büyük kötülük etmiş olacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|