|
|
|
|
|
İlk kurşundan son kurşuna Çanakkale
|
|
Birinci Dünya Savaşı'nı yerel bir mevzi olmaktan çıkarıp yokluk içindeki bir milletin nasıl baş kaldırdığını gösteren Çanakkale Savaşı oldu.
Ahtapotun kolları Osmanlı İmparatorluğu'nu sarmıştı. I. Dünya Savaşı lokal mevzi olmaktan çıkmış "Harb-i Umumi" ye dönüşmüştü. Osmanlı Devleti hem coğrafyası hem de bu coğrafyayı oluşturan stratejik bölgeleri ile Avrupa'nın hedef tahtasıydı. Petrolün suladığı Osmanlı'ya ait İslam toprakları, Kudüs ve Filistin'i de içine alarak Ortadoğu'da "İttifak Devletleri" için davetkar bir sofra teşkil ediyordu. Uzaklarda bir yerde yani Osmanlı'nın göbeğinde Çanakkale Boğazı'ndaki kuvvetlere ilk ateş açıldığında, Avrupa'nın ne denli kapsamlı bir politika izlediği ortaya çıkmıştı. İngiliz ve Fransız kuvvetleri güneyden Çanakkale yolu ile boğazları kontrol altına alacak, Ruslar da kuzeyden geleceklerdi.
DÜŞÜNÜLEN OLMADI Paylaşımın ana hattı Kafkasya'nın Rusya, Ortadoğu'nun ise İngiliz, Fransız egemenliğine girmesiydi. Böylece Osmanlı'nın kalbi Dersaadet'e ulaşılacak ve asırlar boyu haykıran büyük bir devletin sesi merkezden yani İstanbul'dan kesilecekti. Oysa Kasım 1914'ten Şubat 1916'ya kadar olan süreç Avrupa'nın düşündüğü gibi olmadığını, Çanakkale Savaşı'nın I. Dünya Savaşı'nın lokal bir mevzi olmaktan çıkıp yokluk içindeki bir milletin nasıl baş kaldırdığını ortaya koyacaktı. Çanakkale zaferine 18 Mart ile en gerçekçi tespitin yapılması için dünyanın dört bucağında araştırmacılar tükenmek bilmeyen çaba içine girdi. Batı sinemasının Gelibolu filmi insancıl bir yaklaşımla kendi askerlerinin "Buraya niçin geldik?" sorusunu soruyor, bunu Avustralya ve Yeni Zelanda'da kurulan Çanakkale askerlerinin oluşturduğu dostluk kurumları takip ediyordu. "Çanakkale Aslanları" gibi tarihi filmler giderek yerini belgesel çalışmalara bıraktı. Gürsel Göncü gibi kimi yazarlar mesleğini Çanakkale'ye adayıp savaş sahalarını adım adım dolaşarak mevzileri metre metre tespit etti. 18 Mart'ın ne olduğunu, genel yapıda ne önem taşıdığını, elbette savaşın tanığı olan yerli yabancı askerler bir nebze bilebilirdi. Mektuplar, hatıralar ve diplomatik bilgiler şüphesiz Çanakkale için birer belge sayılabilirdi. Bir tek şey vardı. "Çanakkale mucizesi" gerçekleşirken yazılı basının olaya bakışı nasıl olmuştu? Osmanlıca'ya tam olarak vakıf, yılların sayılı gazetecilerinden Murat Çulcu bu çalışma için kütüphaneyi mesken edinip 3 Kasım 1914 ve 3 Şubat 1916 tarihleri arasındaki dönemin önemli gazetesi İkdam'ı satır satır taradı. (Denizciler Kitapevi) Gazetenin bu yöndeki haber, yorum, bildiri, röportaj, gözlem ve anıları tahrif etmeden günümüze taşıyan Çulcu, böylece büyük bir eksikliği gidermiş oldu.
İKDAM'IN SATIRLARI "İngilizler bu sabah Çanakkale Boğazı medhalini 16 kilometre uzaktan bombardımana başlamışlarsa da yalnız bir tabyamızdan atılan birkaç mermi İngiliz zırhlılarından birine iştial yaptığından on dakika sonra İngiliz gemileri çekilip gözden kaybolmuşlardır." (4 teşrin-i sani 1914) "Çanakkale müdafilerine aferin. Binlerce, yüz binlerce aferin. Cihana kendilerini beğendirdiler. Bütün milletime tekrar söylüyorum. Çanakkale ve İstanbul müdafaası bizim izin varlık ve istikbal meselesidir ve mesele Çanakkale'nin kapalı bulunmasıdır. Demek ki anahtar bizim elimizdedir. (22 Mayıs 1915) "İstanbul hastanelerinde tedavi gören bir yaralı genç zabitin mektu- bundan: Düşman deniz ve hava topları ile şiddetli bombardımandan sonra hücuma kalkıştı. Bütün asker kum torbaları üzerine çıkarak gelen düşmana ateş etmeye başladılar. Arkada bir neferimi gördüm. Sol kolunu kaybetmiş, ateş edemiyor, yerde yatıyordu. Beni görünce hemen kalktı ve 'Benim sevgili zabitim. Bir kolum düştü, tüfekle ateş edemiyorum. Bari şu belindeki tabancayı ver de düşmana karşı boşaltayım. Belki bir düşman vurur da öcümü alırım" diye yalvarıyor ve düşmana bakarak dişlerini sıkıyordu." (18 Eylül 1915)
ELLER YUKARI EMRİ "Bir İngiliz zabitinin hatıratı: Ateşin kesilmesiyle biraz ümide düşer gibi oldum. Orada ne kadar yatmış olduğumu bilmiyorum. Diz kapağımın üzerine küçük bir mendil bağlamıştım ki bununla kanın akıp gitmesine bir dereceye kadar mani oldum. 'Bir Türk'ün esir olmak ister misiniz?' suali 'Eller yukarı' emrinden başka bir şey değildi. Yürümeyeceğimi kendilerine anlattım. Ben götürmeye başladılar. İnsaniyetli bir Türk yüzbaşısının siperden teskere getirilmesi emrini vermesiyle tevkif ettiler. Hiçbirinden sertlik görmedim. Su isteyince kahve getirdiler. Sigara verdiler." (12 teşrin-i sani 1915)
|
|
|
|
|
|
|
|
|