Kanaat önderleri
Ankara'daki dağınık, kasvetli sayılmasa bile "gri" diye tanımlanabilecek atmosfer, sonunda diplomatik camiaya da yansıdı. Aslında ortada "şu çok kötü gidiyor" diyebileceğiniz somut bir durum yok. Ama art arda sıralanınca "boşluk hissi" diye tanımlayabileceğiniz bir dizi sıkıntı var. IMF ile anlaşmanın henüz tamamlanmamış olması, Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanan karşılıklı heyecansızlık, Ankara'nın Suriye'nin "uluslararası hamisi" olma isteğine AB ve ABD'den gelen beklenmedik tepki ve 8 Mart Kadın Dayağı ve benzeri konularda hükümetin eleştiriler karşısında tepkisel davranışı... Türklerin siyasi analizlerde dramatik davranma hevesi, Ankara'daki diplomatları da etkilemiş gözüküyor. Onlarda da son haftalarda bir panik var. Genelde serinkanlı davranan Avrupalılarda bir telaştır gidiyor... Eyvah, Türkiye AB'den vaz mı geçiyor? Müzakereler 3 Ekim'de başlamayacak mı? AK Parti'yi Avrupalılaştırmak mümkün değil mi? Gerekli reform paketlerini çıkaran Türkiye, bu reformları uygulayacak "zihinsel değişim" e hazır mı? Siyasi atmosferi bir anda tıkayan tüm bu sorular, teknik açıdan "hallolabilir" meseleler. Hükümet birkaç gün içinde IMF ile ilgili yasaları Meclis'e getirebilir; birkaç gezi Avrupa ile ilişkileri toparlayabilir; Erkan Mumcu'nun ayrılmasıyla hükümetin "liberal vitrininde" doğan boşluk, hükümet isterse, bir şekilde doldurulabilir.
ABD ile ilişkiler konusunda ise, bugün Cemil Çiçek'in İsrail gezisi yeni ve olumlu bir sürece dönüşebilir. Türk-İsrail ilişkisi, hiçbir zaman "ikili" değil, her zaman Türk-İsrail-ABD diye tanımlanabilecek "üçlü" bir yapının parçası oldu. Belli ki Ankara, Bush yönetimi ve Kongre ile havayı düzeltmek ve önümüzdeki ay gündeme gelecek Ermeni tasarısının önünü kesmek için "İsrail kartı" ve ABD'deki Musevi lobisini devreye sokacak. Akıllıca. Buna karşın, tüm bunlardan daha dikkat çekici bir gelişme, AK Parti iktidarını muhalefet sürecinden reformist icraatlarına kadar destekleyen "kanaat önderlerinin," iktidar konusunda yaşadığı hayal kırıklığı. Söz ettiğim, mevcut iktidarı demokratikleşme ve Avrupa yolunda önemli bir enstrüman, hatta dürüst bir müttefik olarak gören "muhafazakar-liberal" cephenin yaşadığı tedirginlik. Örneğin geçen hafta içinde, Fehmi Koru, Mehmet Altan, Mehmet Barlas, Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu, Nazlı Ilıcak, Ahmet Taşgetiren, hükümetin icraat ya da yöntemleriyle ilgili kah sorgulayıcı kah eleştirel sayılabilecek yazılar yazdı. Bazı çevrelerin AKP iktidarını başından beri içine sindiremediği ve bu kan uyuşmazlığının medyada yansımaları olduğu ortada. İlk günden beri Erdoğan ve arkadaşlarına kuşkuyla bakanlar var. Ama bu saydığım isimler, tam tersine AK Parti'yi destekledi, AKP'yi iktidara taşıyan kadrolar için "kanaat önderliği" vazifesini gördü. Eğer AKP kimliği ve gerçekten "muhafazakâr demokrasi" diye bir hareket varsa, buna en fazla sözünü ettiğim kalemlerden destek geldi. Muhafazakâr demokrasi kanaat önderlerinden beslendi. Medyada AK Parti iktidarına yönelik ciddi kuşkular olduğu bir dönemde, bu kalemlerin desteği hükümetin "entelektüel meşruiyeti" açısından kritikti. Tayyip Erdoğan'ın reformist icraatlarını, Kıbrıs ve diğer konulardaki radikal açılımlarını desteklediler. Ancak son günlerde bu kalemlerden gelen "bizi kimse duymuyor", "hükümet içine kapandı" ya da "hükümet bir an önce toparlanmalı" gibisinden yorumlar, Erdoğan iktidarının psikolojik ve manevi yapısı için ciddi bir eşik. Medyayla davası bir yana, Başbakan Türkiye'de "muhafazakar demokrasi" hareketinin entelektüel bahçesinden gelen bu haykırışları neden duymuyor?
|