 |  |
İstanbul'da koşarayak bir gecenin anatomisi
Önce Teoman'ın film galasına uğradım Emek Sineması'na. Saat 20.00 suları İstanbul gecelerinde suların da durgun olduğu vakitlerdir. Ama sinema sokağına girince anladım ki, fırtına erken gelmiş bu istikamete. Beyaz muşambadan müteşekkil hormonlu bir çadırın içinden geçtik. Böyle deyişim çadırın tutmuşsun da uzatmışsın gibi kocaman ve uzuuun oluşundan. Sağlı sollu güzellere, kendisi ya da yüzü tanıdık bi'dolu konuğa rastlaşa selamlaşa ana kapı önüne geldik. Kapılar ardına kadar açık. Galalar beleş olduğundan bilete para da yok, kesilmiş biletle dışarı çıkmaya kızacak belediye de.
'Bülentsiz Filmler Festivali' Tıklım tıkış kalabalığın arasında yer yer ünlü simalar çarpıyor gözüme. Tek çırpıda sayabileceklerim arasında elbette filmi yapan adamın, Teoman'ın kendisi ve rol arkadaşları, ilaveten gençorta yaş ve erken devir sinemacılar var. Burak Sergen'in dudak uçlarından kavislenip kulaklarına ramak kala duran bıyıkları çok yakışmış. Bülent Abi bu mevsim 8 dizi, 3 tiyatro oyunu ilaveten 5-10 film çeken usta bir kırkayak kadrosunda olduğundan burada da yerini almış tabii ki. Kadronun haso oyuncularından biri bu kurdelede de. "Abi Antalya'da Bülentsiz filmler festivali yapılacakmış, sensiz film bulamayıp iptal etmişler festivali" dedim, hem kızdı hem de güldü gevrek gevrek. Metin Sözen sinema yazarı kızını tanıştırırken çok gururlandı baktım ki. Ayak üstü konuştuk şeker kız, bir de akıllı mı akıllı.
Çiçek Bar'ın kitabı.. Orada çok duramadık. Benim galada film seyretmemek gibi kerameti kendinden menkul huyum gereği çıktım. "Gidiyo musun" diyenlere; "Sonra sakin sakin izlerim" mazereti sundum. Roxy'de Odeon gecesi var az sonra. 70'lerin prensleri-prensesleri gelip unutulmaz şarkılarını okuyacaklar. Öyle bir kaset çıkmış; onun nostalji-promosyon karışımı gecesi kutlanacak daha doğrusu. Az biraz vakit var diye Çiçek Bar'a yöneliyorum. Bahçe kısmını kapatıp, ısıtıp kış bahçesi yapmış Azmi. İyi akıl etmişler çok da güzel olmuş. Masalara tarassut çekince Şerif Gören, Levent İnanır, Rahmi Saltuk, Nebil Özgentürk, Olay Tan'ı görüyorum. Abdurrahman Keskiner (Apo Gardaş) de orada ve tatlı bir sohbet halinde herkes. Rakıya damping uygulamışlar ama içen azalmış yine de. Azmi'nin kılı kırk yararak mübaya yaptığını bilenler bile hala haber tesiri altında ve ürkek rakılama mevzusunda. Şarap, votka, bira eğilimi mevcut ahalide.
70'li yıllar nostaljisi Arif Keskiner bir not uzatıyor. Çiçek Bar'ın kitabı hazırlanıyormuş meğer. 20 yıldır kim geldi kim gitti? Neler oldu neler bittilerin, kısa net hüzünkomik karışımı bir serencamı olacakmış o kitapta. Çiçek Arif; "Dostlarım. Ben yazar mıyım yahu, diye sormayın, aklınıza yüreğinize kazınan ne varsa yazın" diyor rica mektubunda. Roxy'ye gidiş zaman geldi diye Nebil Özgentürk'ü de kandırıp alıp çıkarıyorum oradan. Az biraz yürüyünce geliyoruz kapıya. İçeri giriş kolay. Millet çoktan gelmiş konuşlanmış çünkünü. Sahnede o dakka Rana Alagöz var. Ardından sırayla Cici Kız Bilgen, Lale Belkıs, Dağhan Baydur ve Füsun Önal çıkıyor. Final sanatçısını benim takdim etmemi arzuluyor dostlarımız. Keyifle yapıyorum bunu, çünkü bir zamanlar platonik aşkına düştüğüm o güzelim kadını; Yeliz'i takdim ediyorum. Konumum kendime torpil yapma avantajı sağladığından ayarlanan şarkıdan önce kendi isteğimi söylüyor; "Oku şu Sel Suyu'nu be Yelizim" diyorum, kırmayıp okuyor. Bana kalsa daha fazla kalacağım ama bu kez Nebil çekiştirip çıkarıyor beni oradan. Vedat Sakman'ın Fransız Sokağı'ndaki yerinde muhteşem bir dinleti varmış meğer. Leman Sam gelecek ve birlikte sahne alacaklarmış Vedat'la. Acuk sonra da oradayız işte. İki kat tırmanıp heyecan yapıyoruz ama içeri adım atmak ne mümkün. El oğlu bizim gibi enayi mi böyle kıyak bir seyirliğe başladıktan sonra gelsin? Çoktan yer kapmışlar, masaları doldurup huşu içinde dinlemeye dalmışlar bile.
Fransız Sokağı'ndayız Allah'tan bir kat yukarısı, restoran bölümü de var. Oraya çıkıp birer kadeh şarap eşliğinde sokağın keyfini yaşıyoruz kuşbakışı. Üniversiteliler, bohemler, memleket ortasında yurtdışı mekânların havasını solumak isteyenler niye buraya akın etmez şaşarım. Fransız Sokağı değil seyrek kalmak, hıncahınç dolmanın örnek mevkisi olmalı zehabımca. Siz şimdi yorulduk, oradan doğru evlere dağılırız sanıp yanılıyorsunuzdur. Huysuz ve acıkmış iki orta yaş kurdu olarak Beyoğlu'nun ara sokaklarında kafamıza göre türkü bar arayıp, bulamayıp son demlerini yaşayan Musa Kebapçısı'na atıyoruz kapağı. Benim derdim karın doyurmaktan çok uzatmalı Real Madrid-Juventus maçını izlemek. Güzel kebapçı bura, eti, sütü, servisi iyi. Ama ben yine de oranın o eski halini, bin yaşında Ermeni Madam Anna'nın işlettiği; "Hayam" halini özlüyorum. Bu Hayam lafı ne zaman geçse burun direğim sızlıyor ya, kısmetse yakında oranın eski maceralarını anlatayım size de, görün bakın Anna'lar ne mekanlar doğurmuş he heeey.
|