| |
Gözden kaçan
Kimilerine göre Türkiye, karneyi aldıktan sonra tatilde okulu da, ödevi de unutan öğrenciye benziyor. Ve de okulun yeniden açılmasına yakın uyarı üstüne uyarı alıyor: "Dağınıklık sergiliyorsunuz", "Reform süreci yavaşladı", "Uyum protokolünün imzalanması gecikti", "Ekonomik kriterler için gerekli değişiklikler duruyor." Tabii bir de her gün tekrarlanan soru: "Başmüzakereci ne zaman belli olacak?" Erdoğan başta olmak üzere hükümetten bu eleştirilere verilen yanıtlar hep aynı: "Belli bir takvim izliyoruz." Bu cümle aslında, gerek AB sözcülerinin "sözde" çıkışlarının, gerekse hükümetin kamuoyunu rahatlatmaya yönelik güvencelerinin, aslında "perdeleme" amaçlı olduğunu ortaya koymaya yeterli. Zira Türkiye'nin "Düşük profil" göstermesi iki tarafın da işine geliyor. Hükümet, müzakerelerin başlayacağı 3 Ekim'den önce atması gereken zor adımların koparacağı gürültüyü bildiği için, bunları mümkün olduğunca geciktirmeye çalışıyor. AB ise referandum mevsiminin açıldığı şu sıralar, Türkiye'nin mümkün olabildiğince geri planda kalmasını, "Birliğin hayati çıkarları, hatta geleceği için" yararlı görüyor. O nedenle de, Türkiye ağırdan alıyor, AB ise Türkiye'ye o zor adımları attıracak belgeleri hazırlamayı zamana yayıyor. Özellikle de Katılım Ortaklığı Belgesi'ni.
Asıl Hollanda'ya dikkat Zira, sızdırılan bilgilere bakılırsa, bu belgede, Avrupa Parlamentosu'nun kabul ettiği "Türkiye Raporu"nda müzakereler öncesi çözümlenmesi istenen bir dizi soruna da yer verilecek: Rum Kesimi'nin adanın tümünü temsilen "Kıbrıs" olarak tanınması, Heybeliada Ruhban Okulu, Ermenistan sınırı, Aleviler, koruculuk sistemi, din eğitimi... Birbirinden dikenli bu başlıkların ne kadarının Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alacağı ve ne vadede çözüme bağlanacağı konusu, Lüksemburg'un boyunu aşacak ağırlıkta. Sonuç olarak, iki taraf da gerek belgelerin Ankara'ya gönderilmesinin, gerekse hazırlıklara hız verilmesinin Türkiye'ye karşı daha anlayışlı olacağına inanılan İngiltere'nin dönem başkanlığına bırakılmasında sessiz mutabakat sağlamış görünüyorlar. Yerinde bir uzlaşma. Bakın dün Fransa'da parlamentonun iki kanadının, Millet Meclisi ile Senato'nun toplam 907 üyesinin oluşturduğu Kongre, Türkiye'nin üyeliğinin referanduma götürülmesini öngören anayasa değişikliğini kesinleştirdi. Fransız Anayasası'ndaki değişiklikler Kongre'de büyük çoğunlukla kabul edildi ama AB Anayasası referandumunda benzer sonuç elde edilmesi giderek güçleşiyor: Bir yandan AB Anayasası ile Türkiye'nin üyeliğini ilişkilendirenlerin felaket senaryoları, bir yandan da hükümet politikalarının yarattığı hoşnutsuzluk nedeniyle, referandumda "evet" demeyi düşünenlerin oranı hızla düşüyor (Yüzde 70'lerden yüzde 58'e geriledi). Üstelik herkes Fransa'ya odaklandığı için diğer ülkelerdeki gelişmelere pek bakan yok. Örneğin Hollanda'ya. Bu ülkede referandum 1 Haziran'da yapılacak ve kamuoyu araştırmalarına bakılırsa ezici çoğunlukla reddedilecek. İşte o zaman kıyamet kopacak; AB'nin temeli çökecek. Deniyor ki, öyle bir durumda sil baştan biçimlendirilecek AB ve yepyeni bir yapı ortaya çıkacak. Türkiye o yapının neresinde olacak, bilen yok. Galiba Ankara bu belirsizlik nedeniyle "bekle gör"e yakın çizgide bir politika izliyor.
|