|
 |
 |
 |
Biliyor musun sen şimdi kimin eşisin
Kimi zaman boğucu, kimi zaman ferah o gecenin sabahında sokağa fırladılar Rastladıkları ilk imama nikâh kıydırdılar.
Anadolu Ajansı'nın 29.1.1923 tarihli bülteni: "Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'yle Uşakizade Latife Hanımefendi'nin emri mesnunu akideleri bugün saat beşte Göztepe'de icra edilmiştir. ............... Paşa Hazretleri ve Latife Hanımefendi, şahit ve davetlilerden mürekkeb bir masada karşı karşıya oturmuşlardır. Paşa Hazretleri Kadı Efendi'ye hitaben: "Efendi Hazretleri, biz Latife Hanım'la evlenmeye karar verdik. Lütfen muamele-i lazımmesini yapar mısınız?" demiştir. Bunun üzerine Kadı Efendi evvela Latife Hanım'a teveccüh ederek: "On dirhem gümüş mihri muaccel ve aranızda takrür eden mihri muaccelle hazırı bilmeclis Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle tezevvücü kabul ediyor musunuz? Demiş ve Latife Hanım, "Kabul ettim" cevabını vermişlerdir. Kadı Efendi müteakiben Paşa Hazretlerine aynı suali irad etmiş ve müşarünileyh "evet, kabul ettim" buyurmuşlardır. Duayı müteakib tarafeyn, hazırun tarafından pek samimi bir surette tebrik edilmişlerdir.
Sessizlik; sanki fırtınalı bir havanın ardından gelen sakin bir yaz günü gibi bir sessizlik oldu. Sessizlik öyle boğucu bir havaya bürünmüştü ki nefes almak bile zorlaşmıştı. Eğer bu durum böyle sürmüş olsaydı her ikisi de belki boğularak birbirleri üzerine düşüverirlerdi. Fakat çözüm getiren sözler yeniden bu sıcak, kasvetli havayı serinletti. Sözcükler havada öyle uçuştular ki sanki bir lamba ortalığı yeniden aydınlatmış gibi karşılıklı duygular ortalığa ferahlık verdi. Yüksek sesle veya fısıltıyla çıkan sözcükler; esnek anlamlı, bazen yumuşak, bazen de haşin, tırmalayıcı, rahatlatıcı, hepsi birlikte birbirine karışarak eriyip kayboldular. Bu durumda sıkıntılı bir akşam havası odayı kaplıyordu. - Hissettin mi artık zaman ve mekan yok, yalnız biz ikimiz varız. Latife fısıltı halinde cevap verdi: - Hayır ikimiz yokuz, sen varsın yalnız sen varsın... - Peki Latife sen yok musun?
TOZ BULUTU KALKTI - Ben senin içinde yok oldum. Uşak odaya girdi, lambayı yaktı. Düşünmek, daha aydınlık ortamda kolaylaştı. Bugün artık geç oldu, ama yarın sabah erkenden evlenecekler evet en erken saatte evleneceklerdi. Belki gün doğarken, hemen imamın önüne gidip evleneceklerdi. Sabah, denizden gelen rüzgarın getirdiği havada tuzlu bir tad vardı. Sokaklar henüz yeni uyanır gibi sakindi. Kağnı dingilinden çıkan inler gibi ağır tempolu bir ses sokağı kaplıyor ve kağnının arkasından yine bir toz bulutu yükseliyordu. Bu toz bulutu arasında, sanki çölde beyazlara bürünmüş gibi iki kişi, başkan ve kız koşuyorlardı. Kemal kızın elini tuttu ve onu kendine çekerek: - Daha çabuk, dedi. Kız nefes nefese cevap verdi. - Daha çabuk gidemiyorum. - Çabuk ol bak! Erkek ansızın durdu ve tekrar etti. - Bak, dedi. Karşı tarafta toz bulutu arkasında beliren bir imam siluetini gösterdi. Başkan: - Gel, haydi gel işte, diyerek, kızı elinden tutup kendine doğru çekti ve böylece toz bulutu içinde kayboldular.
İMAM ŞAŞIRIP KALDI Kemal şöyle dedi: - Çabuk gel, çünkü bu kahrolası toz bulutu içinde kayboluyoruz. Kız nefes nefese öksürdü. Başkan, güldü, harika bir durumda idiler. Onların tarafına ağır ağır gelmekte olan imama doğru koştular ve önünde durdular. İmam: - Ohh... Latife hanım diyerek elini birbirine çarptı ve devam etti: - Sizin böyle erken saatte sokakta ne işiniz var? İmam sabah erken saatlerde sokakta başı açık yabancı bir erkekle birlikte olmak ne demek oluyordu diye düşündü. Kızı yolundan iterek, ayıplarcasına bir hareketle yoluna devam etmek istedi. Bu sırada Başkan onu geri çekti ve: - Özür dilerim siz Latife Hanım'ı tanıyorsunuz değil mi? İmam homurdanarak cevap verdi: - Tanıyorum. - Beni de tanıyor musun? İmam birden şaşırdı. Daha dikkatle erkeğin yüzüne baktı ve titremeye başladı. - Tanrım sen yardım et, diye haykırdı. Kemal hızlı ve yüksek sesle sordu: - Tanımadın mı? Ben Mustafa Kemal. İmam heyecanla yerlere kadar eğildi. Kemal devam etti: - Nikahımızı kıymanı istiyorum. - Şimdi mi? - Derhal! - Burada mı? - Burada! - Gazi hazretleri ben, benim... - Emrediyorum. İmam kekeleyerek: - Evet. Dedi, sonra sustu. Mustafa Kemal'in mavi gözlerinde ateş saçan, mutluluk belirten kıvılcımlar çaktı. İmam şaşkın bir halde gözleri bir nevi karşı gelen karanlık bakışlarla dolu idi. Çünkü o Sultanı tahtından indirmişti. Herkes biliyordu ki halifeye de katlanamayacaktı. - Emredersiniz efendim, dedi. Sabahın bu saatinde ortalıkta hiçbir canlı yoktu. Çevrede beyaz toz bulutu sanki gelin elbisesinin kuyruğuymuş gibi dalgalanıyordu. İmam nikah merasimini bitirdi. Kemal ve Latife Hanım ikilisi ise ters yöne doğru rahat ve mutlu bir ritim içersinde koşuyorlardı. Yollarına devam ediyorlarken erkek sordu:
İKİ GAYEM VARDI - Biliyor musun şimdi kimsin? - Eşinim. - Biliyor musun kimin eşisin? - Senin. Erkek nefes nefese koşan kıza cesaret verir biçimde adımlarını ona uydurarak: - Gel çabuk gel, tren bekliyor... Latife sana şimdi yalnız tanrının bildiği bir şeyi açıklıyorum. Sen Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanının eşi oldun. Başkan bunları gülerek söyleyince, Latife "Bu gerçek mi" der gibi bir an durdu. Başkan şunları ekledi: - İki gayem vardı. Biri yurdumuzu Cumhuriyet temeline oturtarak hür bir biçimde modern bir ülke haline getirmek ve bu cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı olarak "hasta adamı" sağlığına kavuşturmaktı. En kısa zamanda cumhuriyeti ilan edeceğiz ve beni cumhurbaşkanlığına seçecekler. Diğer gayem senin benim olman idi. Başkan kadının elini tuttu ve yüksek sesle, mutluluk dolu bir tavırla gülerek koşmayı sürdürdü. Latife'de heyecandan benzi soluk halde başkanın arkasından koştu. Sonra aniden o da gülmeye başladı. Fakat onun bu gülüşü işitilmiyordu. Sakin, titreyen sesi, çamurlu çukurlara giren kağnı tekerleklerinin inler gibi sesleri arasında kayboluyordu.
......BİTTİ......
|
|
|
|
|
 |
|
 |
|