| |
Yoksullukla savaş
"Ben zengini severim" diyen rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal bugünleri görseydi herhalde pek mutlu olmazdı. Çünkü Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in dün sıraladığı ürkütücü rakamlar, Özal'ın kıyametler koparan o sözü söylediği 1987'den bugüne zengin değil, yoksul sayısının arttığını gösteriyor. Buna göre, Türkiye'de 926 bin kişi mutlak yoksulluk, 18.4 milyon kişi de göreli yoksulluk kapsamına giriyor. Bir başka deyişle, her üç kişiden biri yardıma muhtaç durumda... Bu kavramları açıklamadan önce, verilerin yeni olmadığını, Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) 2002'de yaptığı "Yoksulluk Araştırması"na dayandığını belirtelim. Aradan geçen 3 yılda nereye geldiğimizi görmek için ise gasp, kapkaç, hırsızlık suçlarındaki patlamaya bakmak yeterli. Yoksuldan yoksula fark DİE'nin Türkiye'nin sosyal haritasını çıkardığı o araştırmasında yoksulluk 6 sınıfa ayrıldı, her birine giren vatandaş sayısı hesaplandı ve şu sonuçlara varıldı: Gıda yoksulluğu: 926 bin kişi. Gıda ve gıda dışı yoksulluk: 18 milyon 441 bin kişi. Günde 1 doların altında gelirle yaşayanlar: 136 bin kişi. 2.15 doların altında gelirle yaşayanlar: 2 milyon 82 bin kişi. 4.3 doların altında gelirle yaşayanlar: 20 milyon 721 bin kişi. Göreli yoksulluk: 10 milyon 80 bin kişi. Peki bu kavramlar ne anlama geliyor? Kısaca açıklayalım. "Gıda yoksulluğu", bireyin ya da ailenin gelirinin beslenme ihtiyacını karşılamaya yetmemesini ifade ediyor. Yani karınlarını bile doyuramamalarını. Nüfusu yüzde 1.35'i bu durumda. "Gıda ve gıda dışı yoksulluk", gelirin beslenmenin yanı sıra giyim, sağlık, eğitim gibi diğer temel ihtiyaçlarını karşılayamaması demek oluyor. Açarsak; belki karnını doyurabiliyor ama çoluk-çocuğunu giydiremiyor, ilaç alamıyor, sabit giderleri (elektrik, su, ulaşım gibi) ödeyemiyor. Nüfusun yüzde 22'si de bu koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor. ABD dolarına dayalı sınıflandırmalar, ülkeler arasında karşılaştırma yapabilmek için Dünya Bankası'nda geliştirildi. Ve nihayet "Göreli yoksulluk" kavramı da kişi başına tüketim harcamasının ortalama yaşam standardının sadece yarısında kalmasını anlatıyor.
Sosyal patlamayı önlemek Türkiye 2001 kriziyle iyice derinleşen yoksulluğa karşı sadece "Pansuman" önlemler alabildi: Yeşil kart vermek, kömür dağıtmak, çocukların kitap-defter ihtiyacını karşılamak gibi. Bir de "Sosyal patlama"dan korkan Dünya Bankası'nın "Sosyal Riski Azaltma Projesi" ile sağladığı 500 milyon dolarlık kredi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (O da Özal'dan miras bir kurum) aracılığıyla muhtaç durumdakilere dağıtılıyor. Oysa yoksulluk yardımlarla değil, sürdürebilir büyümeye dayalı politikalarla geriletilebilir. O nedenle hükümetin yoksullukla mücadele için "Ulusal Strateji" geliştirme kararını bu yönde atılmış doğru adım olarak görüyoruz. (Not: Bu stratejinin ilke kararı geçen yıl 5-9 Mayıs tarihlerinde İzmir'de toplanan 4'üncü Türkiye İktisat Kongresi'nde alındı ve hedefleri şöyle belirlendi: Kısa vadede "Mutlak yoksulluk" sınırının altında hiç kimsenin kalmaması, orta vadede gelir dağılımındaki düzelmenin Portekiz'in bugünkü düzeyine getirilmesi, uzun vadede yoksulluk ve gelir eşitliğinde AB ortalamasının yakalanması.) Bu arada aklımıza takılan bir noktayı da belirtmeden geçemeyeceğiz: Bunca yoksulluk varken, DİE'ye göre, Türkiye'de mutlu insan sayısı nasıl her yıl daha da artıyor? Halkımızın "Şerbetli" olmasından herhalde. Ya da arabeskçilerin ifadesiyle, "Acıların çocuğu" olmayı kanıksamasından!
|