| |
Ateş dansı
Farkında mısınız; Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül'ü bir süredir bir fotoğraf karesinde birlikte görüntülemek mümkün olmuyor. Gül bir hafta boyunca bizim de katıldığımız Çin gezisinde bir görüşmeden diğerine koşarken, Erdoğan başkentte çalışmalarını sürdürdü. Ondan önce Gül'ün Ankara'da olduğu günlerde Erdoğan ise İstanbul'daydı. Ondan önce Erdoğan, Davos'ta temaslarda bulunurken, Gül ise Austwich'te Nazi soykırımının 60'ıncı yıl anma törenleri için Polonya'ya gitti. (Bu günübirlik geziden sonra Davos'a geçip Başbakan'a katılamaz mıydı, hatta Austwich'te Türkiye'yi başka bir bakan temsil edemez miydi? Bilen yokOndan önce de Makarayı geriye sara sara Erdoğan ile Gül'ün yılın ilk günlerinde Başbakanlık Konutu'nda olası kabine değişikliği konusunda yaptıkları baş başa görüşmeye kadar gidiyorsunuz. O tarihten bu yana bir kez bir araya geldiler: İki hafta önceki Bakanlar Kurulu'nda. İşte şimdi de Gül döndü, Erdoğan o gelmeden Endonezya'ya gitti Niyetimiz sadece tespit. O nedenle, "Takvimleri çakışmıyor" deyip geçelim. Ancak Erdoğan ile Gül'ün ABD gibi, Irak gibi alevli konulardaki söylemlerinde de dikkat çekici "nüanslar" görülüyor. Örneğin Erdoğan, "Irak'ta seçimlerin demokratik koşullarının oluşmadığını" söylüyor, Gül "Seçimlerin yapılmasının başarı olduğunu ve bunu takdirle karşıladığını" belirtiyor. Erdoğan "Seçimler yapıldığına göre ABD'nin artık Irak'tan çekilme takvimini açıklaması zamanının geldiğini" ifade ediyor, Gül ise "ABD'nin Irak'ta işi ve görevi daha bitmedi" diyor. Erdoğan son dönemde ABD'yi hedef alan çıkışlarına "Bölgeye yönelik hassasiyetlerimizden kaynaklanıyor" yorumunu getiriyor, Gül "Başbakan'ın o konuşmalarının tam metni okunursa, aslında yansıtıldığı gibi olmadığını görürsünüz" diyerek perdelemeye çabalıyor. Kısacası, deyim yerindeyse, biri kibrit çakıyor, diğeri su sıkıyor. Tıpkı Başkan Bush'un ilk döneminde Beyaz Saray ile Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın ilişkileri gibi. Bush'tan Rumsfeld'e, Rice'a kadar onca şahinin yaktıkları ateşleri, güvercin Powell söndürmek için çırpınıp durdu. Ve o tek güvercin sonunda çareyi yuvayı terk etmekte buldu.
Uyumun getirdiği sonuç Gül gezi sırasında bize "Çok kutuplu dünyada sağlam ve köklü dostluk kurduğumuz ABD ile, tek kutup, tek süpergüç kalınca mı kötü olacağız? Böyle bir şey mümkün mü, mantıklı mı?" dedi ve ekledi: "Ancak onların da artık bir şeyi görmeleri gerekiyor: Türkiye 3 yıl öncesine göre çok daha demokratik. Siyasiler, partiler, iktidar, halkın duygu, düşünce ve taleplerine 3 yıl öncesine göre daha çok önem vermek zorunluluğu duyuyor. Demokratikleşmenin gereği ve sonucu bu" "Demokratikleşme", yani AB kriterlerine yaklaşma. Bu da bize ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris'in bir değerlendirmesini hatırlattı: "Türkiye, AB'ye yaklaştıkça ABD'den uzaklaşıyor." Dış politikada şimdiden AB ile uyumlu çizgiye gelmek de elbette bir tercih. Ancak insan yine de sormadan edemiyor: Atlantik'in iki yakası, yani ABD ile AB arasında ilişkiler düzelirken, Türkiye'den neden gerilimi artıracağı belli çıkışlar yükseliyor? Yoksa "akort" henüz tamamlanamadı mı?
|