Güç ve güçlüler
Bir "sosyal demokrat", yani görünüşte sol partinin kongresine damga vuran, "kaba güç" ve "güçlüler"le ilişkiler. Kaba kuvvete yatkınlık, düşkünlük ve "sosyal demokrat" ayaklarda, toplumun mağdur kesimleriyle değil, güçlüleriyle aşk ve nefret ilişkileri.
Önce Sarıgül. 12 Eylül öncesi CHP Gençlik Kolları içinde olup bitenler bir yana... Kamuoyu onun suretini ilk kez zaten bir "yumruk" vesilesiyle hafızasına nakşetmişti. O gün doğan çocuklar şimdi 20 yaşına yaklaştı; seçmen bile oldu. Karşılarında yine "yumruk". 12 Eylül darbesinin ardından Türkiye bir kez daha demokrasiye geçtikten sonra... 1987 seçimlerinin ardından yeni Meclis ilk kez toplandığında, "canlı canlı yayın"da, en genç iki üye olarak divanda yer alan iki milletvekilinden ANAP'lı eski boksör Nurhan Tekinel'in yumruğu Sarıgül'e isabet etmişti. "Yumruk" şimdi Sarıgül'ün elinde! "Kaba güç" anlaşılan Sarıgül'ün hayatından da, elinin altından da eksik olmuyor. Mesele sadece o değil. "Toplumun her kesimi"yle "sıcak" ilişkiler kurabilse de, o da bir "güç ve güçlüsever". "Seçmen, oy veren" olarak sokaktaki insanın, ortalama vatandaşın, yoksulların "kıymeti"ni biliyor; ama kurduğu ilişkiler, bağlantılar; dünyanın, ülkenin güçlülerini yanına, arkasına almaya dönük. "Sol"da hangi parti güçlü yahut güç vaat ediyorsa oraya koşmaktan, iş dünyası ve diğerlerine kadar. "Gücü içine sindirmek" ile "güçle ötekini sindirmek" arasında zaten her daim köprü bulunur. Elbette; "güçlüye ilişmek"in "sosyal"likle ilgisi olmadığı gibi, "yumruğu yapıştırmak"ın da demokratlıkla filan ilgisi yok.
Baykal'ın da, kendi elleri nazik görünse de, "yumruklu yoldaşlar"ı olduğu belli. Ama ona asıl damga vuran, kaba kuvvetten çok, parti iktidarı kuvvetini muhaliflerine karşı kullanması. Hem de pek ayırt etmeden. Parti içinden Meclis'e kadar "muhaliflik" pozisyonunun damga vurduğu bir siyasi kariyer açısından "muhalefet hazımsızlığı" tuhaf bir durum. Bir nevi, "kendine demokratlık". Önceki gün kürsüden, mesela "büyük medya"ya attığı taşları görünce, içim sızladı. Çünkü parti "küçük" kalsa bile, Baykal'ın sevdası da, mağdur kitlelerden çok, iş dünyasının, medyanın "büyükleri"ne kendini beğendirmek olagelmişti. Medyada kadim dostları, sümenaltından kurduğu bağlantılar, partinin İş Bankası'ndaki koltuklarını kullanarak, o koltuklardaki isimleri değiştirerek yaptırdığı haberler, attırdığı manşetler gibi. "Medya gücü"nün organize seferlerinin mağduru olarak Kurultay'da feryat ederken, uzunca bir dönem "sağ kolu" (böyle durumlarda "sol" kol olmaz zaten!) Bülent Tanla vasıtasıyla sipariş edilen haberler hiç aklına geldi mi acaba? Yani... Mesele, bir medya grubu da dahil, herhangi bir gücün müdahil ve manipülatif olması değil; çünkü bundan rahatsızlık bir "ilke" değil. Mesele, "güçlüler"in size ihanet etmesi! Sizin de yönetiminde bulunduğunuz büyük bir banka ile hem ortak, hem de borç ilişkisinde bulunanlarla "dolaylı akrabalığınız"ın içine limon sıkmaları. Böyle bir zihniyetin de, ne "sosyal" ne "demokrat" bir tutarlılığı var. Oysa, sahnedeki bu aktörlere rağmen, Türkiye'nin bu iki kavramın birlikteliğine de ihtiyacı var!
|