Bir lider aramak!
Aslında dünyanın karizmatik liderler çağını geride bıraktığını herkes biliyor. Karizmatik liderler, yirminci yüzyılın labirentlerinde kaldı. İki önemli gelişme siyasetteki liderlik kavramının niteliğini değiştirdi: Önce ideolojilerin dünya ölçeğinde çöküşü yaşandı. Yirminci yüzyılın hakim ideolojileri yıkılan "duvar"ın altında kaldı. İdeolojiler olmayınca onların kitleler önündeki öncülüğünü yapan liderlere de ihtiyaç kalmadı. Öte yandan, Batı-Doğu Avrupa ekseninde bu gelişme yaşanırken, aynı sıralarda, üçüncü dünyanın diktatörleri de iç ya da dış dinamiklerin etkisiyle birer birer devrildiler. Ne çok heykel yerlerde parçalandı yirminci yüzyılın sonuna doğru. Diktatörlerin gidişi de onun anti-tezi olan batılı "karizmatik" liderlerin sahneden çekilmeleri sürecine hız verdi. Bu süreç, yirminci yüzyılın sonunda başladı ama henüz sonlanmadı. Türkiye'de ise çok daha ağır gidiyor.
Turgut Özal dikkat çekici bir başlangıçtı. Ne fiziği, ne hitabeti, ne hayatın içindeki duruşu ve ne de yaşam tarzıyla, asla "karizmatik" bir lider gibi durmuyordu. Çevresinde "ortak aklı" harekete geçirmeye çalışıyor; bu mümkün olmadığında da, öykündüğü ülkelerde hakim olan "ortak aklı" kendi ülkesine olduğu gibi naklediyordu. Türkiye'nin atılım yılları sayılan 1980'lerde, bütün o reformlar olurken, ülkenin başında alışıldık anlamda "karizmatik bir lider" yoktu.
Türk siyaseti, sonraki yıllarda bu süreci devam ettiremedi. Derinleşen sosyal ve ekonomik krizler, siyasette "normalleşme"ye izin vermedi. Sağda da, solda da, kitlelerin kaderini teslim edeceği liderler arandı hep. Yenileri bulunamadığında, eskilere sımsıkı sarılındı. 70'lerindeki liderlerin biri hala "Karaoğlan", öteki "Başbuğ", beriki "Baba", bir diğeri de "Hoca" olarak, hala baş tacı ediliyordu. Dünya Mersin'e giderken, tersine akan nehirler, ülkedeki ekonomik ve sosyal krizleri daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramadı. Ama kriz derinleştikçe; kitlelerin lidere sarılma ihtiyacı da ortadan kalkmadı. (Toplumsal bilincin alt beyninde izleri kolay silinmeyen "padişah-teba" geleneği de galiba süreci zorlaştıran bir başka etkendi.) Burada bir başka parantez daha açmanın zamanıdır belki: Batılı ülkelerde, futbol taraftarları arasında yapılan kamuoyu araştırmalarında, tuttukları takımın "Başkan"ının adını bilenlerin yüzdesi çok düşük. Öteki yöneticilerinse adını bilen bir kişi bile yok. Bilmeleri de gerekmiyor. Bizde ise; yöneticilerin beşi-onu ortada görünmediği zaman, taraftarlar kendilerini "yalnız bırakılmış" hissediyor. Parantezi kapatalım.
Türkiye siyaseti, geriden izlediği süreçte, yeni döneme "ara formül"lerle geçiş yapıyor. Yani... Kitleler, "iktidar partisi"nde olduğu gibi "karizmatik" liderin çevresinde toplanırken, o karizmatik lider de, ortak aklın kurmaylarını etrafında topluyor. Muhalefet partisi ise, iktidar partisinin formülünden şifa arıyor. Şifa'nın derde deva olması ise; karizma'nın formülünün doğru formül; ortak aklın derecesinin yeterli olup olmamasına bağlı görünüyor. Ama, son tahlilde golleri "Başkan" değil, sahadaki takımın oyuncuları atıyor...
|