CHP'den Irak'a: İki seçimin anatomisi
Bu haftasonu iki seçim var. Biri Irak, diğeri CHP'de. Ve ilk bakışta, umutlu olmak için pek neden yok. CHP konusunda söylenebilecek her söz söylendi zaten. Dünya gündeminden kopmuş; Avrupa sosyal demokrasisi ve toplumun değişen dinamikleriyle bağları iyice zayıflayan bu parti; yolsuzluk, rüşvet ve komplo teorilerinin bolcana konu edileceği medyatik bir kurultay sunuyor bize bu haftasonu. Atatürk'ün partisinden, SABAH gazetesinin bir ay önce "rüşvet kurultayı" diye tanımladığı kurultaya giden sürecin, sosyal demokratlara "heyecan ve umut" vermesi beklenemez. CHP, kurultaylar ve genel başkan adaylarının şahsiyetleriyle ilgili tartışmalar değil, toplumdaki değişim özlemini yansıtan "politikalar" sunduğu zaman heyecan verici olacak. Bizler de bu kurultayı, bu kötümser havada izleyeceğiz. Irak seçimlerini de aynı karamsar havada mı izlemeli? Seçim öncesi artan şiddeti görünce, mutlu olmak mümkün değil. Ama konuyu Irak'ın Ankara büyükelçisi Sabah Cemil Ümran'a açtığımda, "Lütfen diyor, evet çok sorun var. Ve evet, güvenlik ciddi bir engel. Ama lütfen biraz iyimser olun. Çünkü biz Iraklılar için başka alternatif yok." Sünni Arap kökenden gelen Ümran, bir kariyer diplomatı. Haliyle kimse onu "işgal rejimi" ya da sürgünden gelen "muhaliflerin" bir parçası olmakla suçlayamaz. Belli bir etnik grubu değil, Irak'taki kurumsal devamlılığı temsil ediyor. O yüzden Büyükelçi'nin sözlerine özel önem veriyoruz. Büyükelçi, belli ki Tayyip Erdoğan'ın Davos'tan Irak seçimlerinin "demokratik olmadığı" yönündeki ifadelerine üzülmüş: "Dün akşam Sayın Başbakanınız çok sert konuştu. Ama umarım medya da böyle düşünmüyordur. Iraklıların kötümserlik değil cesaretlendirilmeye ihtiyacı var. Demokrasiye bir adım atıyoruz." Gerçekten de Sünni üçgenindeki şiddete rağmen, 275 kişilik Meclis için 111 parti ve ittifakın yarıştığı seçimler, Arap coğrafyasında bir "ilk." Milyonlarca Iraklı, BM denetiminde sandık başına gidecek. Sandığı boykot eden Sünni partilerin haklı bir itirazı olabilir. Ama sandığı kan dökerek engellemeye çalışan Zarkawi grubu ve eski Baas kalıntılarına sempati duymak, hatta argümanlarını ciddiye almak bile Iraklılara büyük ayıp olur. O eski "sorunsuz" günlerde, Saddam döneminde, rejimin baskı mekanizması Baas Partisi her zaman sandıktan birinci çıkar, Saddam ise başkanlık seçimlerini yüzde 99.9 ile kazanırdı. Bir gün Irak Başbakanı bu sayının yeterli olmadığını ve bu kez liderin Irak halkının tam desteğini kazanacağından emin olduğunu açıkladı. Ve Saddam seçimleri yüzde 100 oy oranıyla kazandı. Ne dönemin Türkiye başbakanı, ne de muhalefet konumundaki bugünkü AKP liderleri, o zaman yapılan seçimlerin "demokratik ve meşru olmadığını" söylememişti. Şimdiyse ülkelerini Amerikan işgalinden kurtarıp kendi iradeleriyle yönetmek isteyen binlerce aday, yüz binlerce Iraklı vatandaşın çabasını bu kadar hafife almak, Türkiye gibi bölgede "demokrasi lideri" konumundaki bir ülkeye yakışmıyor. Kuşkusuz seçimler mükemmel bir ortamda yapılmıyor; Sünni katılımı daha fazla olmalı; şiddet olmamalı; işgal bitmeli; Kerkük'e Kürt göçü kontrol altına alınmalı. Ama ben Büyükelçi'ye katılıyorum: "Iraklıları cesaretlendirmek lazım." Türkiye, karanlık geçmiş, şiddet ve işgalin değil, tüm bu güçlüklere rağmen ilk kez seçme ve seçilme hakkını kullanacak Iraklıların yanında olmalı.
|