Yaşamın yedi kuralı
Bügün bayramın üçüncü günü. Ekonomiyle ilgili bir konu yazmak yerine hayatın gerçeklerini acı şekilde anlatan bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim. Hikaye bu ya. Budist rahipler, artık yeterince bilgilendirdiklerini düşündükleri bir öğrencilerini, yola çıkmadan önce çağırdılar. Başrahip öğrenciye tek bir soru sordu: "20 yıldır buradasın, neler öğrendin, kısaca anlat!?" "Yedi gerçek öğrendim" dedi öğrenci. "Say bakalım" dedi başrahip, "Birincisi...?" "Dostluklar ikiye ayrılır: Kalıcı dostluklar ve geçici dostluklar. Hayatta bir zorluk ortaya çıktığı anda bozulan dostluklar daha çoktur, ancak bunlar geçici dostluklardır. Kalıcı dostluklar ise çok azdır..." "İkincisi ?" "İnsanların büyük çoğunluğu kalplerini ve beyinlerini geçici değerlere ayırmışlar. Bu değerler uğruna kendi gerçek kişiliklerinden taviz vermekten, kötü şeyler yapmaktan çekinmiyorlar...." "Üçüncüsü ?" "İnsanlar, amaçlarına ulaşmak uğruna birbirlerini ezmekte sakınca görmüyorlar. Oysa başkasına kötülük yaparak elde edilen her şeyin, geldiği gibi ellerinden gideceğini anlamıyorlar..." "Dördüncü ?" "İnsanlar gerçekte bir anlamı ve önemi olup olmadığını hiç düşünmedikleri, fakat değerli ve anlamlı saydıkları şeyler yüzünden birbirlerine zarar veriyorlar.. Bu şekilde hayatı birbirlerine zehir etmeye alışmışlar." "Beşinci ?" "Herkes yanlışın nedenini, başarısızlığın nedenini başkalarında arıyor." Kimse, başına ne geldiyse aslında kendi yüzünden geldiğini anlamıyor, kendi suçunu, yanlışını kabul edip düzeltmiyor..." "Altıncı" dedi başrahip. "İnsanlar helal lokmanın ve bölüşmenin değerini bilmiyor. En lezzetli lokmanın helal lokma olduğunu unutuyorlar. Vicdanları ve mideleri arasında kaldıkları zaman midelerini tercih ediyorlar..." "Yedinci ?" "İnsanlar bir şeye dayanmadan yaşama gücünü bulamıyorlar. Bu yüzden çoğu zaman anlamsız şeylere sarılıyor, güveniyorlar. Asıl sarılmaları ve güvenmeleri gereken belki de tek duygunun sevgi olduğunu anlamamakta israr ediyorlar...." "Güle güle" dedi başrahip, "Artık yola çıkabilirsin, yolun açık olsun"... Ve Sekizinci Kural Türkiye'nin yine sıkıntılı yılları. 1977 sonlarında üç arkadaş Hazine'de "alınacak ekonomik önlemler" konusunda bir rapor hazırlamakla görevlendirildik. Çalışma yerimiz, Ulus'ta eski Maliye Bakanlığı binasında Hazine Genel Sekreterlik makamının karşısındaki küçük bir odaydı. Odada 2 metre yükseliğinde , 1,5 metre genişliğinde bir kasa vardı. Kilitliydi. Yerinden kımıldatmak bile olanaksızdı. Zaman içinde merakımız artmaya başladı. Acaba kasanın içinde ne vardı? Sorduk, soruşturduk. Kimse bilmiyordu. 1940 ve 50'li yıllarda Başbakanlık binası olarak kulanılan bu binadaki kasa, Başbakanlık'ın taşınması sırasında, ağırlığı ya da gereksizliği nedeniyle bulunduğu yerde bırakılmıştı. Üzerinde eski usul şifreli bir kilit vardı. Uğraştık açamadık. Sonunda birisini bulduk."Ben açarım" dedi. Bir heyet kurduk. Kasa açıldı. İçinde bir iki tutanak ile özelliği olmayan ve markasını tanımadığımız bir adet saat çıktı. Saatin kılıfı üzerine iliştirilmiş, 1959 yılında el yazısı ile yazılmış ve kendisine hediye edilen bu saati kasada saklanması için iade ettiğini belirten bir not vardı. El yazısı Adnan Menderes'e aitti. Hepimiz tarifsiz duygulandık. Özellikle, değeri çok fazla olmayan bir saat için bu derecede hassas davranan bir başbakanın, kaderine üzüldük. Bayramda basında çıkan "001 Tayyip Erdoğan, Başbakanlık'ta bugüne kadar demirbaş kaydedilen tek bir armağan bulunmadığı ortaya çıktı" haberi bana ilk anda bunu anımsattı. "Hey gidi Türkiye'm"dedim. Buradan yola çıkarak, 8. kuralı kelimelere dökmüyorum. Herkez kendine göre yorumlayacaktır nasıl olsa.
|