| |
|
|
AK Parti kendi oligarşisini mi yaratıyor?
Türkiye'deki değişimin en somut göstergelerinden biri de AK Parti'nin iktidar, Tayyip Erdoğan'ın ise Başbakan olması değil midir? Bu olayı sosyopolitik açıdan tahlil etmeyi denerseniz "Çevre'nin Merkez'in yerine geçmesi" diyebilirsiniz. Nilüfer Göle'nin kehanetini vurgulayıp "Modern Mahrem"in, sonunda siyaseti demokratikleştirdiğini de söyleyebilirsiniz. Hatta işi şakaya vurup, Nilüfer Göle'nin kader çizgisini alaya bile alabilirsiniz.. Bu değerli sosyologumuz Türkiye'deki örtünmeye en doğru teşhisi koydu. Ama onun teşhisi doğrultusunda başı örtülüler Türkiye'de iktidar olurken, gitti Fransa'ya yerleşti. Ve şimdi Fransa'daki başörtüsü krizi, Türkiye'dekinden daha gergin bir konjonktürün öğesi, diyebilirsiniz. Acaba böyle bir yorum yaparsanız, bu doğruları mı yansıtır? Yani Türkiye'de başı örtülüler gerçekten iktidar oldu mu? Gerçekten "Çevre" topyek"Merkez"e gelip yerleşti mi? Bence bu yargı da yargılanmalı. İktidar merkezlerindeki büyük değişimler, bildiğimiz gibi demokratik yolla da, devrimlerle de olabiliyor. Örneğin Sovyet Devrimi ile Çarlık oligarşisinin yerine Rusya'nın çalışan sınıflarının (Proletarya) iktidara geldikleri söylenirdi. Ama sonra anlaşıldı ki çalışan sınıflar yine yönetiliyor. İktidara gelenler ise yeni bir oligarşiyi (Nomenklatura) oluşturdular. Acaba AK Parti ile "Başı Örtülüler" arasındaki ilişkiler de böyle mi? Çünkü yaşamları zorluklarla dolu olan başı örtülüler de, başı açıklar da aynı yerde, aynı problemlerle duruyorlar. Ama başı örtülülerin içinden çıkan bir kesim iktidara geldi ve kendi "Nomenklatura"sını oluşturmaya başladı. Onlar büyük düğünler yapıyorlar, devlet protokolünde yer alıyorlar, dış gezilere gidiyorlar, hediyeler alıp veriyorlar ve hatta kendi zengin sınıflarını yaratıyorlar. Buna karşı başı açıklar ve başı örtülüler yine televizyonların sabah programlarında Semranım'ın Sinem'e ve Ata'ya yaptıklarını tartışıp, sonra birlikte karşılıklı oynuyorlar. İşsizlik, yoksulluk, eşitsizlik, başörtüsü falan dinlemiyor. AK Parti iktidarının başına gelen, bütün benzer "Değişim"i simgeleyen iktidarların başına gelenlerle aynı. Buna "Yabancılaşma" diyor bazıları. Bu hastalığın tedavisini bulmak zor. Örneğin Mao, yabancılaşmaya karşı "Proletarya Kültür Devrimi"ni başlatıp, doktorlara tarlada işçilik, mühendislere sokaklarda temizlikçilik yaptırmıştı. Bu girişim Çin'i bunalıma soktu ve sonra başa gelen Deng Şiao Ping, Çin'i Serbest Pazar Ekonomisi'ne taşıdı. AK Parti iktidarının bir Kültür Devrimi'ne ihtiyacı yok. Sadece "Devrim" döneminden "Olağan Demokrasi Süreci"ne geçildiğinin kavranması gerekiyor. Yani toplumun bütün kesimlerinin, başı açık veya kapalı denilmeden veya imam hatipli olup olmadığına bakılmadan, yönetim sürecine katılmaları gerekiyor. Özellikle AB ile müzakere süreci, bu tür bir topyekyönetim ve katılım birlikteliğini gerekli kılmakta. Bu büyük hedef, merkeze gelebilen çevrenin içindeki küçük bir azınlığın " Kendin pişir, kendin ye" yöntemiyle ulaşabileceği kolaylıkta değil. 28 Şubat oligarşisinin antitezi olarak iktidar olanların, kendi oligarşilerini yaratmaları, kesinlikle çözüm olamaz. Ve AB'ye üyelik hedefine ulaşmak için, iktidarın kendileri gibi olmayanları "Taşeron" gibi kullanıp, demokratik katılım yerine her işi "Outsourcing" yöntemine bırakması herhalde kalıcı olmamalı.
|