| |
Bir katliamın anatomisi
Bu mahalleyi önceden de biliyorum. Çünkü birkaç ay önce az ötedeki bir yere, Seren Serengil'in evlenip yanına yerleştiği besteci Cengiz İmren'in villasına gelmiştim çekim için. Yokuştan aşağı doğru döne kıvrıla indik ve Merkez Camisi'nin kıyısındaki "katliam evine" ulaştık. Bir aile yuvasını böylesi acımtrak bir sıfatla anmak; "katliam evi" demek mesleki deformasyon ürünü değil. Aksine, yapılan rezil saldırının altını daha da kalın çizmek adına böyle söz ediyorum.
Cenazeleri bekliyorlar!.. Çınar soyadını taşıyanlar içinde geriye kalanlar evin önünde toplaşmış halde.. Sadece onlar değil, toplu kıyım anında evde bulunan 4 yaşındaki yeğen Eren Yılanlıdağ'ın annebabası, amcaları, hısım, konukomşu, köylü, mahalleli hep bir araya toplaşmış, morgdan cenazeler gelsin diye bekleşiyor. Onların tepeden tırnağa hicran dolu, vakur ve sessiz duruşlarına inat, yakındaki ilkokulun yaydığı çocuk cıvıltıları sızıyor yanı başımıza kadar.
Yaraya merhem oldum Belli ki seviniyorlar beni görünce. Böyle zamanlarda bir kişinin daha gelip hal hatır sorması; "yapabileceğimiz ne var" demesi her yüreğe ilaç gibi gelir ya.. Bizim ziyaretimiz de bir tutam merhem çalıyor yaraya sanki. Köşeden aşağıya yürütüp "katliam evi" nin bahçe kapısına götürüyorlar beni. Son derece sıradan, mütevazı, iki katlı bir varoş evi. Bahçede derme çatma bir köpek kulübesi. "Kangallıyız diye bir kangal köpek getirmiştik; sonradan çok havlıyor diye geri gönderdik. Tutsaydık keşke. Belki faydası olurdu" diyor yaşlıca biri. Sonra öteye beriye savrulmuş kumaş parçalarını gösterip, "Buzluktan yemekleri, etleri çıkarıp, bu kumaş parçalarına sarıp, taşıyıp fakirlere dağıttık. Bu kumaşlardan mont yapar, satarlardı fabrikada, o talihsiz delikanlılar" diyorlar.
Evin her yeri kan Kapı olay gününden beri mühürlüymüş. İçeri girmenin mümkünü yok yani. O dehşet tablosuna göz tanığı olanlar atılıyor lafa: Göresi bir şey yok ki içeride. Her yer kan. Duvarlar, halılar, yatakların üstü her yer her şey kan kırmızı Savaş Bey. El kadar bebenin kafasına iki kurşun sıkan hangi it soylularsa mezbahaya çevirmişler evi.
'Düşman düşmana kıymaz!' Sonra Çınar ailesinin 70 yıllık çınarı sayılan büyük baba geliyor. Yaşlı, yorgun gözleri belli ki bin türlü olmuş bitmişe şahit olmuş ama böylesi bir acımasızlığa o bile sersemlemiş, şaşakalmış. Kısık, cılız bir sesle döküyor içini: Böylesini harpte, cenkte yapmazlar Savaş Bey oğlum. Düşman düşmana kıymaz böyle gaddarca. Hele ki şu ihtiyar halimle beni bile peşinde koşturan oğul torunuma, 4 yaşındaki sabi yavruya tabanca tüfek sıkmışlar, cehenneme bile kabul etmezler bunları öbür dünyada.
Acı fotoğraf!.. Evde yaptığımız konuşmaları, anaların, halaların, teyzelerin neler dediğini söylemesem, yazmasam da tahayyül edersiniz herhalde. Buraya bundan öte yazacaklarım işin kör karanlık kısmından hafif ışıklanmış hallere geçiş durumu . Mesela bu kafasına kendi silahını dayayıp ateşleyen iş komşusu Hamza Karadeniz meselesi. Şimdi bütün olay gelip bu şahsın etrafında düğümleniyor ya, bunun evveliyatı da varmış meğer. Gelin derlediğim konuşmaları alt alta yazayım. Bilgileri bölük pörçük sunayım varın siz tamamlayın acı fotoğrafı. Diyorlar ki: * Bu Hamza durup dururken büyük oğlumuz Yılmaz Çınar'a teklif yapmış. Demiş ki, "Ben bir iş için Kayseri'ye gidiyorum. Sen de gel benimle o tarafa. Gider Sivas'ta nişanlını görür gelirsin. Bak bir de 505'li telefon buldum bir yerden. Al bununla yap görüşmelerini. Sonra çıkıp gittiler bu seyahate. Yılmaz nişanlısının yanındayken birkaç defa telefon açmış bu Hamza ona. Öyle bağırıyormuş ki nişanlısı da duymuş, anlattı bize. Diyormuş ki; "Yılmaz senin bu kardeşin bana parayı vermiyor. Çabuk söyle versin. Yoksa fena oluruz." Yılmaz da bunu yatıştırmış ve kardeşini aramış. Demiş ki; "Hamza namusuna şerefine yemin içti. Çeki verin bir defalık daha. Ama sakın sen götürme. Bizim çırak İbrahim'e ver o götürsün." Sonra da dönüp of çekmiş nişanlısına. "Bu herife de el verdik kol alamıyoruz. Zaten tuhaf bir adam. Bazen en iyi arkadaş, bazen de kurt adam gibi bakıyor suratıma. Ürküyor insan" demiş.
Tanık kalmasın diye!.. * Babaları 30 sene güvenlikçiydi Hilton Oteli'nde. Adamın gözündeki sürmeden bile kuşkulanırdı. Belediye otobüsüne binsek daha içeri adım atmadan plakasını alırdı otobüsün. Buradan bir yabancı araba geçse hemen kağıda not ederdi onun da plakasını. Yatağının baş ucunda emniyeti açık pompalı tüfeği dururdu. Dışarıdan gürültü gelse eli tüfeğe giderdi alışkanlık haliyle. Bizim düşüncemiz, bu Hamza denen adam olay günü bir şekilde depoya gidip faka bastırdı bizim oğlanları. Sonra onları oracıkta infaz edip ev anahtarlarını aldı. Zorlamadan içeri girip gaflet halinde insanları katletmeleri ancak böyle mümkün oldu. Kasayı da alıp götürdüler yanlarında. Çocuğa bile kıydılar ki, arkada tanık kalmasın.
'Memurlardan memnunuz' * Polis gelip gidiyor devamlı. Memurların çalışmasından memnunuz. Ama keşke Hamza'yı sorguladıklarında bırakmasalardı. Galiba uzaktan takip edip ne yaptığını, kimle bu işi becerdiğini anlamak için bırakmışlar. Ama bak kendini vurdu gitti adam. Ya şimdi öbürleri çıkmazsa ortaya.
Fotoğraf: Murat Keklikçi
|