Tiyatrodan sinemaya bir yolculuk
Oya Başar yaşça benden çok küçük olmasına rağmen çok sevdiğim bir arkadaşım. "Yedi Kocalı Hürmüz" oyununun provaları sırasında heyecanını paylaştığım için başlayacağı geceyi acayip bir sabırsızlıkla bekliyordum. Belki de bir şeyi bu kadar çok istememek lazım. O gün kanser teşhisi kesinleşti ve gün boyunca acele tahlillerin yapılması gerekti. Hatta oyunun başlamasına yakın, ben kanserli bölgeyi ve başka bölgelerde olup olmadığını gösteren PET taraması denilen (önce iğneyle radyoaktif madde verilen sonra hiç hareket edilmeden iki saat falan süren) analiz makinesindeydim. Galaya gidenlerden sadece bir arkadaşımın teşhisten haberi vardı. Oya'nın güzel gecesini ve başarısını doya doya yaşayabilmesi için "Sakın hakikati söyleme, heyecandan orada olmadığımızı belki fark etmez" diye rica etmiştim. Tabii fark etmiş ve sorduğunda beraber geleceğimizi düşündüğü arkadaşımdan uyduruk bir cevap alınca bize özellikle bana o kadar kırılmış ki bir daha konuşmamak üzere küsmüş. Üzerinden birkaç gün geçmesini bekledik (ki üzülmesin başarısının tadını çıkartsın diye). Ortak arkadaşımın "Bir dinle Filizi'i, bak bildiğin gibi değil, çok şaşıracaksın" ısrarıyla gönülsüz bir şekilde bize uğradı. "Oyacığım hiç ben senin oyununun ilk gecesine gelmez olur muyum? Ama sen kuliste hazırlanırken ben hala PET analizi yapan makinede kıpırdamadan yatıyordum" deyince haklı olarak "Nedir o?" diye sordu. "Şimdi sıkı dur. Şu güzel günlerin tadını çıkar diye bekledim üzmek istemedim. Ama oyunun başlayacağı gün bana kanser teşhisi kondu" dememle beraber o kadar ağlamaya başladı ki, (beni ne kadar sevdiğini biliyorum) o zamana kadar gayet metin duran ben de ağlayarak onu teselli etmeye başladım. Çok şükür tedaviler sonundaki kontrol neticesi iyi haberi aldık. Yine kısmetmiş geçen perşembe, oyunun (çarşamba gecesi tekrar başlaması üzerine) ikinci gecesi Harbiye Şehir Tiyatrosu'na "Yedi Kocalı Hürmüz" ü seyretmeye gittik. Oyacığım bir harika. Kadro çok güzel, hepsi çok güzel oynuyor. Meşhur "Tanrım Yedi Koca Ver" şarkısı bile yok. Başrolde Oya Başar'ın olmasıyla başkalık kazanan oyuna yönetmen dansçılarla, müzikleriyle postmodern, eskilerinden çok farklı bir yorum getirmiş. Herkes "Oya sahnede ışık saçıyor" derken bittiği zaman yalnız Sönmez'le ben değil salondaki herkes ayakta (belki on dakika) alkışlıyor. Bence oyunun oynandığı seansları öğrenip bir an önce görün çok eğleneceksiniz.
GORA'YA BAYILDIK Geçen cumartesi İstinye CineMax'ta "G.O.R.A"yı seyretmeye gittik. Cem Yılmaz'a bayılıyoruz zaten. Filme de bayıldık. Bir Cem Yılmaz stand-up'ı değil ama ekibin ellerine sağlık dekoru, kostümü, oyunculuğu hiç aksamayan bir komedi filmi olmuş. Çok gurur duydum. Cem Yılmaz'a ve diğer tiplere, aklıma geldikçe gülüyorum. Çok güzel çok... Zaten bütün rekorları kırmasından da belli beğenildiği. Türk sineması için bir kazanç, bir başarı. Ertesi gün kar yağacak dediler. Bütün gece bomba patlıyormuş gibi şimşekler çaktı, gök gürledi. Sabah kalktığımızda damlar, yerler kar içindeydi. Benim bildiğim gökyüzünde soğuk ve yağmurun savaşı bitip daha da soğuduğunda sessiz sessiz kar yağar. Ortalık daha çamur yığını olmadığından sadece neşe içinde kartopu, kaydırak oynayan çocukların sesini duyardı insan. Artık yağmur şiirlerin yazıldığı romantik bir olay olmaktan çıktı. Başımı kaldırıp telaş içinde birbirlerini kovalayan kar tanelerini seyrettim bir müddet... Sonra sakinleştiler, evrenin müziğine eşlik ediyormuş gibi belirli bir ritimde düşerken bir tül perde gibi İstanbul'u sarıp sarmaladılar. Evleri, denizi, köprüyü göremez oldum. İçimi beyaz bir huzur kapladı. Sağlıklı gülümsediğimiz her ana şükretmek gerek diye düşündüm.
|