Risklere işaret etmek felaket tellallığı değildir
Sanırım dikkat ettiniz. Basındaki ekonomi yazarları önümüzdeki dönemde olası birçok riskleri işaret ettiler. Geçen yılın iyi geçtiğini vurgularken 2005'teki riskleri de sıraladılar. Bunlardan çoğunun amacı politikaları eleştirmek ya da piyasalarda felaket tellalığı yapmak değildi. Riskleri işaretlemek ve ona göre önlemlerin alınmasını istemek çağımızın gereklerini yansıtıyordu. Nedeni ise, dünya finans sisteminin giderek riske hassas bir yapıya ulaşmasıydı. Özellikle, 1990'lı yıllardaki krizlerin etkisi ile risk odaklı hale gelen sistemde, bunların nasıl yönetileceğini belirlemek gerçekten bir sanat haline dönüştü. Fon sağlayan kurumların giderek artan hassasiyeti, borç alanları da daha etkin risk yönetim sistemleri kurma zorunluluğuna itti. Risklerin tanımlanması yanında idare edilebilir olup olmadıklarının belirlenmesi, kurumları "B Planları"nı yapma noktasına götürdü. Daha önceleri borç verenler veya sistemi denetleyenler, geçmiş verilere, yöneticilerine ve kar marjlarına bakarak bir karara ulaşırlardı. Bu firmalar için de, devletler için de böyleydi. Borç verme kararından sonra bir olumsuzluk ortaya çıktığında paralarını kurtarmaya çalışırlardı. Risklerin en yoğunlaştığı bankacılık kesimi bunun bir örneğini yansıtıyordu. Türkiye'de de bankacılık sektörü uzun yıllar kurala bağlı denetime tabi oldu. Bankalar Yeminli Murakıplığı'na başladığım 1960'lı yılların sonundan itibaren bankalara gider, yasal yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerine bakardık. Mevduata fazla faiz verdi mi, krediden fazla komisyon aldı mı, verdiği kredi limitleri yasal mı gibi konulara eğilirdik. Tek tek kontrol ederdik. Bu yıllarca sürdü. Oysa, açılan kredilerin riski, topladığı fonlar ile bunların kullanıldığı yerlerin vade ya da faiz uyumu, yöneticilerinin banka idaresindeki riskli davranışları gibi konularına giremezdik. Hem yasal yetkimiz yoktu, hem de sistem riske odaklı değil, kurala bağlı denetimi benimsemişti. Sorunu olan bankaların yükünü devlet çekerdi. Bu yaklaşım biçimi sadece bize has değildi. Dünyada da düzen böyleydi. Ancak 1980'lerden sonra finansal krizler ortaya çıkınca ve özellikle Asya Krizi'nden sonra işler değişti. Çok para kaybeden batı, risk konusu üzerine çok daha fazla eğilir oldu . Dünya bankacılığı için Basel II diye adlandırılan ve yakında uygulamaya konulacak sistem, tamamen risk odaklı olarak şekillendirildi. Bu yoğunlaşma sadece bankacılık değil, şirket yönetimlerini ve ülkelerin makroekonomik uygulamalarını da kapsayacak şekilde genişletildi. IMF'nin Meksika ve Asya krizi sonrası kaybettiği kredibilite, bir çok finans kuruluşu değerlendirmelerini kendilerinin yapmasına zorladı. Ülkeler için geçmiş verilerden çok, geleceğe dönük tahminler, politika uygulamaları ve özellikle oluşabilecek riskler önem kazandı. Bütün bu gelişmeler risk tanımlamalarını ve risklerin bunlara göre yönetimini öne çıkardı. Yılın başlarında risk doğurabilecek konuları tahmin etmek, hem hükümetler, hem de kurumlar açısından kredibilite kazanmalarını sağlayan bir niteliğe dönüştü. Bunları bilip önlem alanlar prim yapmaya başladılar. Bu nedenlerle, 2005 yılı için riskleri işaret eden ekonomi yazarlarının uyarılarını, felaket tellallığı olarak algılamak kanımca yanlış. İyi niyetle, deneyimlere, bilgilere veya yapılan çalışmalara dayanılarak sıralanan riskleri eleştiri değil, ciddiye almak gerekir. Eğer bu yapılmıyorsa, o zaman gerçekten risk doğar. Piyasalar da bunu hemen farkeder, ona göre davranır.
|