|
 |
 |
 |
  |
|
Kozasından çıkan kelebek
Cemaat, girişimler ve toplum belli bir kıvama gelince Fethullah Gülen 'ortaya çıkmaya' karar verdi. Ürkek denemelerden sonra 1995 adeta 'Hocaefendi Yılı' oldu. Artık gündemi yaratan oydu!.
Fethullah Gülen, 1980'lerin son yıllarını da cemaatini güçlendirerek ve projelerini olgunlaştırarak geçirdi. 1988'de piyasaya çıkan Yeni Ümit dergisinin başyazılarını kaleme aldı. Üç yıllık aradan sonra 1989'un Ocak ayında seri vaazlarına İstanbul Üsküdar'daki Valide Sultan Camii'nde tekrar başladı. Bu vaazlar bir yılı aşkın bir süre devam edecek, Fethullah Hoca her cuma bu camide konuşacaktı.
1989 'un flaş olayı ise 26 Kasım 1989'da İzmir Hisar Camii'nde yaptığı konuşmaydı. O günlerde 'türban gösterileri' başlamıştı. Gülen'i yakından tanımayanlar, onun da bu eylemleri destekleyeceğini, en azından türbanlılara kolaylık gösterilmesini talep edeceğini sanıyordu. Halbuki Gülen'in fikri bambaşkaydı. Hisar Camii'ndeki vaaz aynı anda 35 camiden birden dinleniyordu. Ve Gülen bombayı patlattı! Özetle şöyle diyordu: "Türban yürüyüşlerinde yer alan kadınların çoğu çarşafa bürünmüş erkeklerdir. Diğerleri ise aslında başı açıp olup da provokasyon amacıyla yürüyüşe katılan kadınlardır. Bu gösterilerin arkasında, dinsizler, komünistler vardır." İslami kesim şaşırıp kalmıştı. Böyle bir tavır beklemiyorlardı. Fethullah Hoca bir kere daha devletin yanında yer alıyordu.
1990 'ın en önemli olayı hiç kuşkusuz 2 Ağustos günü Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiydi. Saddam Hüseyin söz dinlemeyince ABD'nin liderliğinde uluslararası bir güç oluşturuldu. Ve 16 Aralık günü savaş başladı. 1989'da Cumhurbaşkanı seçilen ve hükümeti Çankaya'dan idare eden Turgut Özal tüm enerjisiyle ABD'nin yanında yer aldı. İslami kesim şaşkındı: Bir Müslüman ülke, diğerini işgal etmişti. Bu yanlıştı. Ama öte yandan bu yanlışı 'Hıristiyan Batı' düzeltiyordu. Hangi tarafta yer almak daha doğruydu: Irak'ın mı, ABD'nin mi? Zaman gazetesinde çıkan haber ve yorumlarda da görüldüğü gibi Özal'ı destekleyen Fethullah Hoca bu konuda da tavrını ondan yana koydu. Ancak kritik nokta bu değildi. Hoca'nın fikrini ifade ediş biçimi daha çok şaşırtmıştı. Olay şöyle gelişti... Savaş çıkınca Irak, İsrail'e Scud füzeleri atmaya başlamıştı. Amacı İsrail'i de savaşın içine çekmekti. Böyle bir durumda diğer Müslüman ülkeler de dahil olacaktı. Irak'ı savurduğu bazı füzeler İsrail kentlerine düşüyor; dolayısıyla siviller ölüyordu. İşte bu ortamda Gülen, "İsrailli bebelerin durumuna ağladığını" söyledi. "Irak hatalıdır" demek yerine durumu "öteki pencereden" görmesi MSP'lileri kızdırmıştı. Milli Gazete Gülen'i yerden yere vurdu. MSP ile Gülen'i arası bir kez daha bozulmuştu.
1991 Bu dönemde Fethullah Hoca sadece İstanbul'da değil İzmir, Ankara ve Erzurum'da da vaazlar verdi. 1991'e dek bu faaliyeti sürdürdü. Artık ilgi alanını değiştiriyor, yerel alemden küresel dünyaya açılıyordu. Bunun tek örneği yurt dışında faaliyet gösteren okullar değildi. 1991'de Zaman gazetesi 'Kutlu Doğum Haftası' münasebetiyle "Ebedi Risalet Sempozyumu" düzenlemişti. Bu sempozyuma yurt dışından da bilim adamları ve ilahiyatçılar katılmıştı. Gülen sempozyumun son günü bir teşekkür konuşma yaparak etkinliğin kendi himayesinde düzenlendiğini ortaya koyuyordu. Artık yavaş yavaş kamuoyunun önüne çıkmaya hazırlanıyordu. Sempozyumdan sonra Mayıs 1992'de ABD'ye gitti ve Dallas Houston'daki Methodist Hastanesi'nde prostat ameliyatı olan Turgut Özal'a 'geçmiş olsun' dedi. Henüz kozasını terk etmemişti ama bunlar önemli çıkışlardı. O güne dek Gülen'in medyada yer almamaya özen gösteriyordu. O kadar ki... İslami kesim üzerine uzmanlaşmış olan, silahla cihada kalkışmayı planlayan grupların dahi güvenerek açıklamalarda bulunduğu gazeteci Ruşen Çakır dahi, bir türlü Fethullah Hoca'ya ulaşamıyordu.
1993 'te Gülen iki duygusal darbe birden aldı. Önce Nisan ayında, Fethullah Hoca'nın faaliyetlerini daima desteklemiş olan Turgut Özal öldü. Hemen ardından haziranda annesi Refia Hanım'ı kaybetti. Bu onu perişan etti, çünkü aralarında çok büyük, çok derin bir duygusal bağ vardı. İzmir'deki törende cenaze namazını kendisi kıldırdı. Refia Hanım Yamanlar Örnekköy mezarlığına defnedildi.
1994 'te Gülen kamuoyuna açılma yönünde bir sinyal daha verdi. 29 Haziran 1994'te cemaatin önemli bir uzantısı olan 'Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın açılışı vardı. İslami kesim bu tip etkinlikleri genellikle mütevazı yerlerde ve kendi aralarında yapardı. Halbuki bu kez yer İstanbul'daki Dedeman oteliydi. Açılışa Fethullah Gülen de gelecekti. Medya bu olayın önemini kavrayamadığı için yoğun bir ilgi göstermemişti. Gülen ilk kez, kendi isteğiyle, açık açık kameraların önüne çıkıyordu. Medya ise işin magazinsel yönüyle ilgiliydi, aradığı da ona verilmişti: Gülen toplantıya eski siyasetçilerden Kasım Gülek ile geldi ve daha sonra şarkıcı Cem Karaca ile kucaklaştı. Ertesi gün gazetelerin çoğu olayın bu yönünü ön plana çıkarmıştı. 1994'in diğer önemli olayı ise Kasım ayında Başbakan Tansu Çiller'in Fethullah Hoca ile görüşmesi oldu. Talep yükselişe geçen Refah Partisi'ne karşı diğer İslami gruplarla ittifak arayışına giren Çiller'den gelmişti. Başbakan, Gülen'den 'Terörle Mücadele Yasa Tasarısı'nı desteklemesini istiyordu. Gülen'in de isteği vardı: Bazı dini konularda özgürlük... Bu buluşmanın asıl önemli noktası ise sözünü ettiğimiz pazarlık ve fikir alışverişi değildi. Toplantıdan sonra Hoca sordu: "Bu görüşme basına yansıyacak mı?" Cevap: "Nasıl arzu ederseniz..." Üstünden bir hafta geçtikten sonra Gülen bir açıklamayla olayı basına yansıttı. Belki de ilk kez bir Başbakan, 'resmen' bir cemaat lideriyle görüşüyordu. Bu kez medya uyanmıştı! Haber çeşitli boyutlarıyla günlerce TV ve gazetelerde işlendi. Artık kelebek iyice gelişmişti, kozadan çıkmaya hazırdı.
1995 -1999 yılları Fethullah Gülen'in belki de en faal dönemi oldu. O artık Hocaefendi'ydi... Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, 17 Ağustos tarihli köşe yazısında bu tabiri kullanmıştı. Ondan sonra Fethullah Gülen kısaca Hocaefendi olarak anılır oldu. Hocaefendi'nin yaptıklarını art arda dizmek dahi 1995'in ne kadar önemli bir yıl olduğunu göstermeye yeter. Başlıyoruz: 23 Ocak'ta Sabah'tan Nuriye Akman'a, Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'e geniş röportajlar verdi... 11 Şubat'ta Polat Renaissance otelinde 'Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın iftarına katıldı... 23 Mart'ta Bülent Ecevit ile görüştü... 10 Mayıs'ta dönemin CHP Başkanı Hikmet Çetin'e nezaket ziyaretinde bulundu... 26 Mayıs'ta Türk Ocakları Vakfı'dan 'Nihal Atsız' ödülünü aldı... 9 Haziran'da Başbakan Çiller ile ikinci kez görüştü... 15 Haziran'da Mesut ile görüştü... 1 Temmuz'da Mehmetçik Vakfı'na bağışta bulundu... 2 Temmuz'da Kırkpınar Güreşlerini izlemek için Edirne Sarayiçi'ne gitti... 3 Temmuz'da TRT'deki Ateş Hattı programına katılarak Reha Muhtar ile uzun uzun konuştu... 25 Temmuz'da Mehmetçik Vakfı'dan teşekkür beratı aldı... 2 Ağustos'ta Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk'u ziyaret etti... 13 Ağustos'ta Zaman gazetesinden Eyüp Can ile uzun bir röportaj yaptı. Bu röportaj daha sonra 'Ufuk Turu' adıyla kitap haline getirildi... 18 Ağustos'ta Hakan Şükür'ün düğününe katıldı ve nikah şahitliği yaptı... 20 Ağustos'ta Cumhuriyet gazetesinden Oral Çalışlar ile röportaj yaptı... 14 Eylül'de kalp rahatsızlığı nedeniyle anjiyo yaptırdı.... 19 Eylül'de Bosnalı çocuklar yararına düzenlenen futbol maçını izledi... 11 Ekim'de hükümet krizi hakkında açıklama yaptı... 18 Ekim'de Milliyet gazetesini ziyaret etti... 19 Ekim'de bir Hollanda televizyonunun sorularını yanıtladı... Nasıl; nefesiniz kesildi mi? Ama hikaye daha bitmedi!
Emre AKÖZ-Nevzat ATAL
|
|
|
|
|
 |
|
 |
|