Geleceğe bakmak
Bu yılın son aylarındaki gelişmeler dünya siyasetinde yeniden yapılanmaların önünü açmaya başladı. Başkan Bush'un ikinci kez seçilmesi, diğer devletlerin bu gerçekle artık ciddi şekilde yüzleşmek zorunda olduklarını kabullenmelerine yol açtı. Bush'un kendisi de giderek birinci dönemindeki küstahlık ve inatçılıkla hareket edemeyeceğini anlamaya başlıyor gibi. Yaser Arafat'ın ölümü, Ortadoğu'da en azından bir hareketliliğin başlamasını sağladı. ABD, Filistin- İsrail meselesinin mutlaka çözülmesi gerektiği konusundaki körlü- ğünü aşabildiği taktirde barışa doğru mesafe alınması ihtimali de güçlenecektir. Bu gelişmeler gelecek yıl içinde veya çok yakın bir zamanda dünya sisteminde herşeyin yerli yerine oturacağı anlamına elbette gelmiyor. Henüz üzerinde mutabık kalınmış bir yeni düzen bulunmadığı için öncelikle yeni ilkelerin saptanması gerekiyor. Bunlar üzerinde mutabakat sağlansa bile gelişmeleri etkileyecek oyuncuların neler yapacağı, ne ölçüde çevrelerini ikna etme başarısı göstereceklerine bağlı. Chirac haddini bildirdi Dünyanın yeni bir düzene kavuşabilmesi, bu düzenin dünya siyasetindeki irili ufaklı devletler tarafından genelinde meşru diye kabul edilmesi öncelikle Atlantik ilişkilerinin onarılmasını gerektiriyor. Bu ilişkilerin onarılması ise kendi kurduğu sistemi, 11 Eylül'ün ardından darmadağın etmekten kaçınmayan ABD'nin yeni bir sistemin oluşturulmasına yönelik olarak nasıl bir siyaset izleyeceğiyle bağlantılı. Geçen haftaki Brüksel zirvesinde ABD'nin katkıları, Kıbrıs konusunda oynaması beklenen rol bu bağlamda anlamlı bir adım olarak da görülebilir. Arka planda kalarak ve kimseyi taciz etmeden sağlanan Amerikan desteği, belli ki Türkiye'nin sıkıştığı anlarda devreye girmiş ve kriz anları aşılabilmiştir. Demek ki Türkiye konusunda da Atlantik ilişkilerinde bir zıtlık, yahut sıfır toplamlı bir oyun söz konusu değildir. Bu gerçek de Türkiye'nin Atlantik ilişkilerinde her iki partneri de iyi anlayarak siyaset üretmesi gerekliliğinin altını çiziyor. Bir de, kendisini de bu ilişkilerin bir parçası sayarak siyaset üretmesi gerekliliğinin. Türk basınına yansımayan ancak Financial Times gazetesinden Quentin Peel'in geçen günkü yazısında değindiği bir olay bu bakımdan dikkat çekici. Peel'in yazdığına göre Rum lider Papadopulos "üç büyüklere (İngiltere-Almanya- Fransa) Türkiye'nin ülkesini tanı- maya zorlanması gerektiği yolunda protestoda bulununca, Başkan Chirac'ın sözleriyle susturuldu." Bunun Türkçesi Chirac'ın Papadopulos'a haddini bildirmesidir. Komplo teorileri Fransa'nın AB ile müzakerelere başlama konusunda Türkiye karşısında en olumsuz tavrı alan ülke olduğu düşünüldüğünde, Chirac'ın bu müdahalesi daha fazla anlam kazanır. Atlantik ilişkilerini basit bir denkleme indiren, İngiltere'nin Amerikancı olduğu için Türkiye'ye destek verdiği şeklindeki formüllerin de en azından yeniden düşünülmesi gerekti- ğine dikkat çeker. Atlantik ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasında kuşkusuz Filistin-İsrail barışının sağlanması için yapılacak işbirliği önemli bir rol oynayacaktır. Türkiye'nin bu barışın gerçekleşmesinde çıkarı olduğu gibi, yapıcı katkılarda bulunma yeteneği de vardır. Ancak bu türden kapsamlı girişimlerde rol oynamak isteyen bir ülkenin her şeyden önce dünyayı kendisine sürekli komplo yapılan bir alan olarak algılamaktan vazgeçmesi gerekir. Zira komplo teorisyenliği olsa olsa düşünme aczinin göstergesidir. Okurların Noel'ini kutlarım.
|