Basite indirgeme
Abdullah Gül, 17 Kasım'da yeni atanan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'a yazdığı tebrik mektubunda, önemli bir vurgu yapıyor. Bakan, Türk-Amerikan ilişkilerinin "yeni Transatlantik gündeminde gittikçe önem kazandığı"nı vurgulayarak, "özgürlük ve demokrasi idealleri"ni iki ülkenin ortak çıkarı olarak tanımlıyor. 17 Aralık sonrası, Gül'ün bu mektubunu hatırlamakta fayda var. Çünkü Gül'ün gördüğü (ve maalesef bazı bürokrat ve siyasilerin göremediği) kritik unsur, TürkAmerikan ilişkilerinin Avrupa'ya "alternatif" değil, Türkiye'nin Avrupa macerasında "tamamlayıcı" bir unsur olduğu. İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen "Batı İttifakı" kavramını tam özümseyemeyenler, Avrupa'nın ABD'ye alternatif bir güç oluşturmaya çalıştığını, Avrupalıların bunu "Türkiye'siz" yapamayacağını, hele hele Türkiye'nin "askeri güç" olarak Avrupa için şart olduğunu söyleyip duruyor. Oysa gerçek şu ki, ne Avrupalılar ne de Amerikalılar bu tarz bir rekabet içinde. Fransız popülizmini ve Irak gerilimini bir kenara bırakırsanız, Avrupa'nın ABD'ye "alternatif" bir "askeri güç" olma niyeti de yok. Avrupa ve Amerika, dün nasıl öyleyse, bugün de aynı cephede. Almanlar, İtalyanlar, İngilizler ve sayısız ülke bunun farkında. Türkiye'yi Batı gözünde cazip kılan ise, 600 binlik ordusu değil, Batı İttifakı'nın bir uzantısı oluşu. Arada bir Avrupalı diplomatlar homurdansa da, Türkiye'nin ABD'yle 50 yıllık dostluğu, Avrupa macerasında bir "artı." Eksi değil. Bunu çok iyi bilen Gül ve Dışişleri bürokrasisi, önümüzdeki süreçte Washington'la ilişkilerin "rayında gitmesi" (yani dikkatsiz açıklamalara kurban gitmemesi için) özel bir çaba gösteriyor. İki gün önce Dışişleri sözcüsü Namık Tan, yaptığı yazılı açıklamada Musul'da Türk polislerine yönelik terörist saldırıya müdahale ettikleri için ABD güçlerine teşekkür etti. Aynı ifade, o gece ABD Başkanı George Bush'u arayan Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından da kullanıldı. Ankara, geçen ay Erdoğan ve ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney arasındaki telefon görüşmesinin basına "farklı tonda" aksettirilmesiyle doruğa ulaşan TürkAmerikan gerilimini yumuşatmak istiyor. Her ne kadar Birinci Kolordu Komutanı Hurşit Tolon ve tek tük köşe yazarları Musul saldırısında ABD parmağı olduğunu ima etse de (Meclis'te bazı vekiller Yüksekova'daki kurt saldırılarını da ABD'nin Felluce operasyonuna bağlıyor), Dışişleri'nin üslubu, Musul trajedisinin yeni bir antiAmerikanizm dalgasına dönüşmesini engelledi. Avrupa sürecinden yüz akıyla çıkmak için, artık "Herkes bize karşı" ya da "Herkes bizi bölmeye çabalıyor" üslup ve mantalitesinden hızla uzaklaşmak gerekiyor. Topluca. Türkiye sürekli haksızlığa uğrayan yalnız bir ülke değil, Avrupa içinde dostları olan, çözüm üreten bir ülke. Ya da öyle düşünmeli artık kendini. Avrupa'yla her itilafımızda onları "Haçlı zihniyeti" ya da "Hıristiyan kulübü" olmakla da suçlayamayız. Pazarlık masasında uzlaşmak zorundayız. Brüksel zirvesinin son dakikalarında Lüksemburg Dışişleri Bakanı, Abdullah Gül'ü kolundan yakalayarak "Abdullah bu salonda yürürken öneminin farkında mısın?" demişti. Çünkü Türkiye ejderhalarla mücadele eden yalnız bir ülke değil; dostları var. Batılı olmak, Batılı hissetmekle başlıyor.
|