Yüzde 100 başarı AB yolunu tıkardı!
AKP, Brüksel Zirvesi'nde taviz verdi mi? Siyasi analizcilerin birbiriyle çelişen yorumları var. Ben ise olabilecek "en iyinin" gerçekleştiğini düşünüyorum. Olabilecek en iyi senaryo şuydu: Türkiye'nin AB'ye üye olacağına inananlar haklı çıkmalıydı. Çıktılar. Diğer yandan Türkiye'yi AB'de görmek istemeyenler, korkanlar da haklı çıkmalıydı. Onlar da haklı çıktılar. Biz, AB'ye girecekmişiz gibi yaptık. AB'de bizi kabul edecekmiş gibi davrandı. Bu mişli vurgular, geçiş sürecini yumuşattı ve herkesin işine geldi. Diyelim ki, Avrupalı siyasi liderler, Türkiye'de 7'den 70'e herkesi mutlu edecek şu kararı aldı: "Türkiye'nin Kıbrıs'ı tanımasına gerek yoktur. Bu uluslararası bir sorundur. Türkiye müzakereler nasıl sürerse sürsün, AB'ye tam üye olacaktır. Serbest dolaşım hakkını kısıtlamayacağız. Türkler AB'nin istediği ülkesinde serbestçe çalışma iznine sahip olabilir." Tayyip Erdoğan bu sonuçlarla ülkeye dönmüş olsaydı işte o zaman korkmalıydık. Çünkü bu kararları alan Avrupalı liderler ilk seçimde yerlerini Türkiye düşmanı liderlere bırakırdı. Teknik bilgi olacak ama Fransızlar'ın sadece yüzde 32'si, Almanlar'ın ise yüzde 33'ü bizi destekliyor. Bu ülkelerde işsizlik oranı ise artıyor.(Almanya yüzde 9.9, Avusturya yüzde 5.4, Fransa yüzde 9.7.) Yani bırakın kültür farkını, ekonomik gerekçeler şu anda Türk düşmanlığını körüklemek için çok müsait. Ayrıca "Miş"li tanımlar, Avrupa Anayasası halkoylamaların da Türkiye odaklı kampanyaların da kısmen önünü kesti. Liderler, "Türkiye bu toplulukta yer alamaz" diye seçim meydanlarında bağıracak rakiplerine koz vermediler. Hem koz vermediler, hem de Türkiye ile müzakare sürecini başlatma kararı alarak, Türk insanına, kendi geliştirdikleri ve her seferinde hayranlıkla takip ettiğimiz standartların uygulanma hakkı tanıdılar. Her seferinde tekrarlanan klasik ama önemli cümlenin altını çizmek istiyorum. Türkiye ne yazık ki, kendi başına tüm kurum ve kurallarıyla iyi işleyen serbest ve sosyal piyasa mekanizmasını oluşturamıyor. Havasını, suyunu, yolunu toplumun layık olduğu standartlara getiremiyor. Farklı ideolojileri referans noktası olarak alan ama son tahlilde hep bu ülkeyi karanlık dehlizlere sokan pek çok direnç noktasını (Buna oligarşik yapılar da denilebilir) aşamıyor. Kabul. AB ekonomik olarak geleceğin parlayan yıldızı gibi durmuyor. Ekonomileri istenilen ölçüde büyümüyor. Hali hazırda kimlik tartışması devam ediyor. Bazı ülkelerin iç çekirdek, bizim gibi bazı ülkelerin ise dışsal ülkeler olması gerektiği üzerine planlar yapılıyor. Ne gam! Önemli olan, değişen ve çağa uyan yeni mevzuata kavuşacak olmamız. Son birkaç yıla bakın. Siyasiler ne derse desin, bireysel haklarımızı koruyan, demokratik açılımların hemen hepsi AB'ye üye olmak için yapıldı. Bundan sonra olacaklar da bu. Yolun sonu AB'ye çıkmaz ise ne olur? Milli geliri 15 bin doların üzerine çıkmış, işsizlik oranı AB standartlarına inmiş, demokratik bir ülkede yaşadıktan sonra AB ile yollarımızın çakışması gerekmiyor. Ayrıca giderek yaşlanan ve yaşlandığı için milli gelirleri gerileyeceği bilinen AB'nin genç, eğitimli 100 milyon nufüsu olan, hukuk düzeni oturmuş bir Türkiye'yi nasıl göz ardı edebilecek? Bize zaman gerekiyordu. Erdoğan bu zamanı aldı. Biz bir süre daha "AB'ye girecekmişiz" gibi yapacağız. Fakirliğin kader olmadığı, zenginleşmenin, hayat standartlarını yükseltmenin mümkün olduğunu (AB mevzuatını uygulayarak) öğrendiğimiz gün, "miş" takılarını atacağız ve onlara "Siz bilirsiniz" demeye başlayacağız. Buna inanıyorum...
|