İyi adamın anısına
Başbakan, bir sürü "İlerleme raporu"ndan geçerek varılan AB durağında hiç aklına getirmiş midir? Ya da yanındakiler; bakanlar, diplomatlar, danışmanlar? Onca gazeteci, bunca vatandaş, şunca sivil toplum örgütü? Bülent Tanör diye "iyi bir adam, iyi bir hukukçu, iyi bir akademisyen, çok çektirilmiş bir insan" vardı. "Sosyalist sol"dan gelmiş, bir gün, Türkiye'nin "kağıt üstünde" gerçekleşecek "sessiz demokratik devrim"inin güzergahını çizmişti. Bir zamanlar, onun "adalet duygusu" adına gönül ve akıl verdiği her düşünceyi ezmeyi "iş" bilen Türkiye burjuvazisi ile "kılıç" kuşanan devlet, o güzergahta en azından "demokratikleşme" zevkini de tatmaya başlamıştı. Başbakan gücenmesin; o ve çoğu arkadaşı henüz "demokratik kültür"le merhabalaşmamışken, henüz bir şiirle "dama ve damdan düşmemiş"ken, "demokrasi ve adalet tutkusu" uğruna cefa çekenlerden biriydi o.
Brüksel'de Bahadır Kaleağası söylediğinde, aklımızdan aynı şeyin geçtiğine sevindim. Avrupa Birliği'nin Türkiye için koyduğu ve büyük ölçüde yerine getirilmiş bulduğu "demokratikleşme kriterleri", 1997'de TÜSİAD'ın garip bir cesaretle Prof. Bülent Tanör'e hazırlattığı "Türkiye'nin demokratikleşme perspektifleri" raporunun paralelinde seyretmişti. Onca yıl bu ülkede eksik, güdük, sahte demokrasinin acısını çekmiş onca insan adına da belki... Tarihin garip cilvesi, "tuzukuruluk" dünyası örgütünün talebiyle, Tanör, "burjuvazinin hiç cesaret edemediği burjuva demokratik devrim"i ile... Bugünkü iktidarın köklerinin hep uzak kaldığı ama şimdi gurur duyduğu "sessiz devrim"in ana hatlarını çizmişti. O zaman, o rapor... Ne iktidarıyla, ne sivil ve askeri kadrolarıyla devletin... Ne bugünkü iktidar ekibini oluşturanların... Hatta, ne de TÜSİAD'ın "ağır topları" kıdemli işadamlarının hoşuna gitmişti. Sahip çıkan birkaç genç kuşak işadamına karşın, TÜSİAD bile adeta kendi adını taşıyan rapordan ürkmüş, o görüşleri paylaşmadıklarını "güçlü yerler"e ifade için, birtakım heyetler Ankara'da kapı kapı dolaşmıştı.
Çünkü, gelenek görenek şuydu: 1971'de "sola karşı" 12 Mart balyozu indiğinde, bugünün çoğu "demokrat"ı henüz D harfindeydi; Tanör gibiler ise kazınıyordu. Üniversiteden atılmıştı. Açtığı davayla ancak 1975'te dönebildi okuluna. Sonra 1980, 12 Eylül. "Demokratlar" hala D'de. Tanör gibiler ise, vurulmadıysalar, ya hapiste, ya sürgünde. İkinci kez ancak 1990'da dönebildi üniversiteye. Ve aklını değil ama bedenini eriten hastalığa yakalandığında, "Kemal" rektörü vasıtasıyla, üniversitesi onu yine kazımaya çalışıyordu. Nasıl, zihin dünyası Galatasaray Lisesi'nde doğmuşsa, son anlarında da, Galatasaray Üniversitesi, o zihne ve tükenmekte olan bedenine kucak açtı. Ölümünden tam iki yıl sonra, bugün, keşke "ciddi şeyler"in olduğunu görebilseydi. Bu ülkede bu iyi insanlar hep oldu. İçten demokratlıklarıyla, "sonradan görme demokratlar"ın ufkunu da tevazu ile genişlettiler. Bugünün "a, b"si biraz da onların çileleri, onların emekleri, onların akılları ve yürekleriyle yazıldı. Gönlünüzden kabrine bir çiçek ulaşır belki!
|