|
|
O İstanbul'da adı her yerde
Latife Hanım İstanbul Gümüşsuyu'ndaki konağından hiç çıkamazken gazetelere Fatma Saliha takma ismi altında tercüme yapıyor, roman ve öyküler yazıyordu.
Şöyle anlatıldı yıllar sonra: Canlıyken mezara gömülmüş gibiydi. Evde kitap okur, iskambil falı açarmış. Kapıda bekleyen askerleri ütücü kadın kılığında atlatıp gazetelere koşarmış.
Şimdi de Madam Bauer Ata'nın rakısından şikâyet ediyordu
Latife Hanım "Cumhurbaşkanlığı Konutu"nun düzenini kurmak için baba evinden aşçı ve bakıcı getirmiş, konutu dayamış döşemiş ve bir protokol oluşturmuştu Latife Hanım İstanbul'da inzivada yaşarken Çankaya'da hayat onun kurduğu düzende, ama onun kabullenmediği, sabahlara kadar süren sofralarla devam etmekteydi.
Latife Hanım'ın Atatürk'ü canından bezdiren davranışlarını herkes yazmıştır. Atatürk'e herkesin ortasında "Kemal" diye hitap etmesi, çok içmemesi için yüksek sesle uyarılarda bulunması, Atatürk'ün yakın çevresini küçük gördüğünü belli etmesi, bu çiftin ayrıldığı 1926'dan beri her çevrede konuşulur ve tekrarlanır. Nitekim bardağı taşırıp Atatürk'ü boşanma kararına götüren bir son damla da, 1926'nın sıcak bir ağustos gecesinde olmuştur. Çankaya'daki Köşk'e gece dönen Mustafa Kemal, kapı önündeki nöbetçi erler ve subaylarla içtenlik ve samimiyetle sohbet ederken, onu saatlerdir bekleyen Latife Hanım, balkondan olanca sesiyle bağırmıştır: -Kemal... Mahalle arkadaşların yetmiyormuş gibi şimdi nöbetçilerle mi ahbaplık ediyorsun? Yeter artık, hemen gel buraya. Bu son olay üzerine Mustafa Kemal Paşa ertesi gün Köşk'ü terk etmiş, Bakanlar Kurulu'na talimat vererek boşanma kararını çıkartmış ve Latife Hanım'ı görmemek için kendisi Yozgat'a giderken, onun İzmir'e geri gönderilmesi için gereken emirleri vermiştir. Latife Hanım'ın yarattığı bu tür olaylar yazının başında söylediğimiz gibi pek çoktur ve hemen her kaynakta bunlar anlatılmıştır. Daha da ötesi Latife Hanım'ın bu tür davranışları, yabancı ülke diplomatlarının kendi ülkelerine gönderdikleri şifreli telgraflara kadar girmiştir. Bunlarda Latife Hanım'la, eşi Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in herkesin önünde sert ağız dalaşları yaptıkları nakledilmiştir.
SAĞLIK SORUNLARI Biz Türkler için tarihi bir şahsiyet ve kurtarıcı olan Atatürk'e bir kadının "Kemal" diye seslenmesi, herkesin ortasında onu küçük düşürecek biçimde azarlaması, Atatürk'ün yakın çevresini aşağılaması, tabii ki kabul edilecek davranışlar değil. Ancak neticede bizim için "Atatürk" olan bu kişi, Fransa ve İngiltere'de hukuk eğitimi alan, çok varlıklı Uşşakizadeler'in kızı 24-25 yaşındaki taze gelin Latife'nin, yeni evlendiği "koca"sıydı. Üstelik sağlığına özen gösterilmesi, içki ve sigaradan uzak tutulması gereken, cephelerin, 40'lı yaşların ve yorgun yılların yükünü bedeninde taşıyan bir kocaydı Mustafa Kemal. Örneğin 1923 Kasım'ının ilk haftasında, Atatürk, öğle yemeği sırasında sofrada bir kriz geçirmiş ve Dr. Refik Saydam ona morfin yapmak zorunda kalmıştı. İki gün sonra daha hafif bir kalp sıkıntısı daha geçirdi. İstanbul'dan getirtilen Dr. Neşet Ömer, krizlerin nedeninin "çok çalışmaktan ve yorulmaktan ileri gelen asabi bir hal" olduğu teşhisini koydu.. Dinlenme tavsiye etti, alkol, sigara ve kahvenin azaltılmasını öğütledi. Unutmayalım ki, henüz orta yaşın en verimli çağındayken, 57 yaşında hayata gözlerini yuman Atatürk ilk krizi 1923 Kasım'ında geçirmiş, ölümüne neden olacak hastalığın belirtileri olan burun kanaması ve kaşıntılar, 1928 Ocak'ında ortaya çıkmıştır.
KÖŞK'TE VALS
Atatürk, Latife Hanım'ın zorla kabul ettirmeye çalıştığı "Düzenli Aile Modeli"ne uyum gösterseydi daha fazla yaşamaz mıydı? Bazıları bu konuda "Az yaşadı ama çok yaşayan nice insanın hayal bile edemeyeceği işleri başardı" diyorlar. Daha çok yaşayıp daha çok iş başarsaydı kötü mü olurdu? Mevhibe İnönü'nün kurduğu aile düzenine uyum gösteren İsmet İnönü'nün 1960'lı yılların sonuna kadar aktif politik yaşam sürdürmesi, o kuşak insanlar için daha iyi bir örnek değil midir? Ayrıca Latife Hanım, Cumhuriyet'in kalbini oluşturan Çankaya'da bir "Cumhurbaşkanlığı Konutu"nun düzenini kurmuştur. Çankaya'ya İzmir'deki baba evinden aşçı ve bakıcı getirmiş, Konut'u dayamış döşemiş ve kendince bir protokol oluşturmuştur. Latife Hanım'ın kurduğu ve ancak "Kadın Eli" değince oluşturulabilecek düzeni, Atatürk'ün de benimsediği, devam ettirmesinden bellidir. Latife Hanım'ı boşayıp İzmir'e geri gönderdiği 1925'in sonunda, rahmetli Orgeneral Fahrettin Altay'ı Ankara'da, Çankaya'da ağırlar Atatürk. Altay anılarında Atatürk'ün konuğu olarak 22 Ekim-1 Kasım 1925'te yaşadıklarını anlatır. İsviçre'den Madam Bauer adında bir kadın getirtilmiştir. Atatürk'le Fransızca konuşmaktadır bu kadın. Görevi Altay'ın Atatürk'ün kızları" dediği dört manevi evlada Avrupa terbiyesi vermek ve Köşk'e Avrupa adabını yerleştirmekmiş. Fahrettin Paşa'nın Çankaya'daki ilk gününün akşam yemeğine Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey, frak giymiş halde, eşi ve kızı ile, Başbakan İsmet Paşa da yalnız gelir. Sofrada Atatürk'ün sağında Aras'ın eşi, solunda Madam Bauer, Bayan Aras'ın sağında İsmet Paşa, onun yanında Afet (İnan) Hanım, Bauer'in solunda Tevfik Rüştü Bey ve dört küçük kız otururlar. Yemekte şarap, sonra da şampanya içilir. Çorba, külbastı, ograten patlıcan, krema ve kavun ikram edilir. Yemekten sonra gramofon çalınır. Atatürk Madam Bauer'le önce foxtrot, sonra da vals yapar. Fahrettin Paşa'yı zorla kaldırtıp, İsviçreli kadının ona dans öğretmesini ister ama Paşa zorlanır. Bu arada Atatürk'ün gözü Tevfik Rüştü'nün kızı Emel'in uzun saçlarına takılır. Kendi berberi Sabri'yi çağırtır ve ileride Fatin Rüştü Zorlu'nun eşi olacak bu genç kızın saçlarını kısa kesmesini emreder. Emel'in saçları "Modaya uygun" biçimde o anda sofra başında kesilir. Vakit geç olunca İsmet Paşa "Yarın çok işim var" diyerek kalkar.
'BEN ÖLÇÜMÜ BİLİRİM' Köşkteki hayat her akşam böyledir. Ertesi gece, eteği püsküllü dekolte bir tuvalet giyen Madam Bauer bu defa sofrada Atatürk'ün karşısında oturmuştur. Afet Hanım siyah ipekli ve işlemeli bir gece elbisesi giymiştir. Misafirler Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt), İçişleri Bakanı Cemil (Uybadın), Salih (Bozok), Saffet (Arıkan) beylerdir. Bu defa canlı orkestra vardır. Atatürk, Altay Paşa'yı zorlayıp madamla dans ettirir. İsviçreli kadın, Atatürk'ün çok rakı içtiğini söyleyip, "Sağlığı bozulacak diye korkuyorum" şeklinde dert yanar. Atatürk madamı odasına gönderir. Sonra orkestraya zeybek havaları çaldırtıp, kendisi de dizlerini yere vurarak müthiş bir gösteri yapar. Sonra çok içmesinden bahis açıp, "Merak etmeyin, ben ölçümü bilirim" der. Bir kenarda uyuklayan Salih Bozok'u alaya alır. Sonra bir koltukta mahzun oturan Afet İnan'ın yanına oturup, "Bu da benim hallerime üzülüyor. Ben kendimden çok misafirlerimin eğlenmesini istiyorum" diye dert yanar.
YAZARLIK DA YAPTI Bir sonraki gecenin eşli ve fraklı davetlileri arasında İnönü de vardır. Rahatsız olduğu için gelemeyeceği iletilir. Ama biraz sonra İnönü yalnız gelir ve eşinin rahatsız olduğunu söyler. Sonra yine müzik başlar, danslar ve alaturka oyunlarla konuklar neşelendirilir (Fahrettin Altay, Görüp Geçirdiklerim, İnsel Yayınları 1970). Evet "Latife Hanım'sız Çankaya"da hayat, onun koyduğu düzende ama onun kabul etmek istemediği sabahlara kadar süren sofralarla devam etmektedir. Bu sırada Latife Hanım inzivadaki hayatına devam etmekte ve İstanbul Gümüşsuyu'ndaki ahşap köşkte yaşamaktadır. Can Dündar'ın "Yüzyılın Aşkları" belgeseline konuşan Latife Hanım'ın erkek kardeşi Ömer Uşşaki'nin torunu Dilek Bebe, Latife Hanım'ın ölümüne kadar yalnız geçireceği yılları şöyle anlatmıştı: -Canlıyken mezara gömülmek gibi... Evde kitap okur, durmadan iskambil falı açarmış. Askerler kapısında bekler, bazen onları atlatmak için çarşafla örtünür, ütücü kadın kılığında dışarı kaçarmış. Gazetelere başka isimle tercüme yapıp romanlar, hikâyeler yazıp para kazanmış. Latife Hanım, Fatma Saliha takma adıyla Türkiye dışına çıkmaktadır artık. Atatürk Cumhurbaşkanı olarak ilk kez İstanbul'u ziyaret ederken (1 Temmuz 1927), Latife Hanım İstanbul'dan ayrılmaktadır.
|