Derin timsahın gözyaşları
Dünyaca ünlü Türk bilim adamı Prof. Şerif Mardin'in, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyeliğinin, Said Nursi çalışması yüzünden iki kez veto edilmesini bir kere daha hatırlamamız iyi oldu. Sabah'ta Emre Aköz'ün Mart 2003'te etraflıca yazdığı bu olayın kahramanı Şerif Mardin Hoca ile Sefa Kaplan'ın dünkü Hürriyet'te yer alan mülakatından bir cümle özellikle dikkatimi çekti: - Hedef olacağımı düşünmüştüm, ama üniversite çevresinden bunu ummazdım .. Prof. Mardin demek ki üniversite dünyamızı hiç tanımıyor.. Oysa hadise sadece üniversite dünyamız açısından değil aynı zamanda 'Türkiye'nin kırmızı çizgi kültürü' açısından da ibretlik bir örnek. Türkiye'nin sözde derin güçlerinin veya sözde 'gizli devlet yönetimi'nin kimlere ne için diş geçirebildiğini görüyoruz. Şerif Mardin, İslam'dan -üstelik de Şeriat kelimesini de kullanarak- söz eden Said Nursi'yi inceleme konusu yaptığı için reddedilmiştir.. Ama aynı Mardin, yine Kürt kökenli vatandaşımız olan Leyla Zana üstüne bir inceleme yapmış olsaydı acaba reddedilir miydi? Öyle bir durumda, Avrupa ayağa kalkmaz, medyamız da seçkinci ağırlığı ile kıyametleri koparmaz mıydı? Bir yanda şöyle veya böyle İslami bir dava güden Nursi var, öbür tarafta çok şükür (!) İslami bir iddiası olmayan Zana.. Avrupa için mihenk taşı ne? Kürtlük desen Nursi de Kürt, Zana da.. Mihenk taşı İslam.. Üstelik engelleyici saplantının laiklikle bir ilgisi yok.. Kimse Şerif Mardin'in Şeriatçı olduğunu söyleyemeyeceğine göre Nursi hakkındaki bilimsel çalışmasından ötürü 'sakıncalı kişi' konumuna düşmesi nasıl açıklanabilir?. Gayet basit: Madem ki Said Nursi'yi yerden yere vurmuyor, öyleyse tehlikelidir. Bu noktada, AB karşıtlığında sebat eden şahin laikçimiz ile mesela herhangi bir Avrupa siyasetçisi arasında fark yoktur.. Her ikisi de kendilerini, İslam'ı ve İslami oluşumları bütün gerçeklikleri ile tanımaktan münezzeh hissederler.. Üç aşağı beş yukarı ikisi için de dindarlık ve köktendincilik sınırları aynı derecede belirsizdir.. AB derinlemesine ne kadar İslam cahili ve karşıtı ise; bizdeki AB muhalifi şahin laikçiler de o derece cahil ve zıttırlar. Bu yüzden de, AB'nin bize yanlışları ve hükümetlerimizin AB ilişkilerindeki zaafları üstüne, şahin laikçi kadromuzun dile getirdikleri haklı tespitler geniş kitleler üzerinde hiçbir etki sağlayamamakta, iktidara yönelik eleştirileri onu zayıflatmak yerine güçlendirmektedir..
1938'den bu yana, gittikçe tırmanan devleti kişiliksizleştirme sürecinde -veda etmeye hazırlandığımız Kıbrıs mücadelesi hariç- Türkiye'nin bütün kurumları dışarıda tazı, içeride aslan; yerliye kurt, yabancıya kuzu tavrı içindedir. Onun içindir ki bu ülkede Said Nursi'nin kabri bile hala meçhul, ama PKK'nın anıt mezarı bellidir! Hem de internette dolaşan fotoğrafları ile PKK kahramanları (?!) ayrılıkçıların gönüllerinde yaşatılmaktadır. Herhalde belirli zamanlarda bir bölücülük ayini olarak ziyaretler de gerçekleştirilmektedir.. Oysa Said Nursi de Kürt, PKK militanları da.. Anıt mezara sahip olabilmek için devlete silahla isyana kalkışmak bir meziyet sayılamayacağına göre devletimizin bu farklı yaklaşımının hikmeti ne? Her zamanki gibi, PKK'nın Batılı hamileri var, Nursi'nin yok; bu bir.. İkincisi ve daha önemlisi, PKK'lıların çok şükür (!) İslam'la bir ilgileri yoktu. Hatta Şeriat'a düşman olmak bakımından herhangi bir TC kıdemlisinden aşağı kalır yanları da bulunmuyordu.. Açıkçası bu kafa için PKK, Nursi'den daha ürkütücü değildi.. Böylelikle, kendine 'derin güç' vehmeden çevreler, farkında oldukları veya olmadıkları yabancı üstat ve rehberlerinin öncülüğünde devletin savunma içgüdüsünü zehirlediler.. ABD'nin, AB'nin ve İsrail'in savunma felsefesiyle bağlantılı bir uzantıyı benimseyenler, 'gerici tehlike'yi başa oturtmak suretiyle asıl fitnelere kör hale geldiler. Bunlar şimdi de 'Allah Allah, hükümet Kıbrıs'ı veriyor, Dicle ve Fırat havzasının denetimini isteyen AB'ye teslim oluyor, halk nasıl sesini çıkarmıyor' diye şaşkın şaşkın söyleniyorlar.. Bu 'derin timsah'ların gözyaşları karşısında buyurun teselliye: Olsun; Kıbrıs, Dicle, Fırat gitsin.. Başörtüsünden büyük düşman yok ki.. Ona aman vermedik ya, yeter!
|