Sonunda anladım ki...
Bu ülkede kırk küsür yıldır yaşayan, yirmi küsür yıldır da yazı çiziyle uğraşan biri olarak geç farkettiğim ya da ilk anda "olamaz" deyip sonunda "olduğuna inandığım" kimi durumları sıralamak istiyorum... (Ama daha çok yakın zamana dair örnekler olacak.) * "Reklamın, iyisi kötüsü olmaz!" derlerdi, fakat ben, aksine "rezil durumlar"ın reklama dönüşmeyeceğine, yani iyiye işaret olmadığına inanmıştım hep.. Ama şu son birkaç yıl içinde olup bitenlere, gelip geçenlere bakarak anladım ki "vezir" de "rezil" de birbirine karışıyor! Hatta, bazen yerin dibine batırdıklarımız tepe noktalara çıkabiliyor! * Liseli yıllarımda duymuştum.. Andy Warhol demişti ki; "Bir gün gelecek herkes 15 saniyeliğine şöhret olacak!" Yıllar boyu, "öyle şey mi olur canım!" deyip durdum... Ama anladım ki oluyormuş! Hem de gani gani! * Açık söylemeliyim ki harp görmüş, darbelerden geçmiş, cuntalardan korkmuş bir ülkenin çocuğu olarak bir generalin "açık celse" yargılanacağını hatta çarşaf çarşaf gazetelere "kara punto"larla taşınacağını aklımın ucundan geçiremezdim..! Anladım ki, olabilir, olabilecekmiş! * 1940'lı yıllarda liseli bir çocuğun sevgilisine yazdığı mektupta Nazım Hikmet'ten alınma bir şiiri eklediği için okuldan tart edildiğini, yetmeyip hapishanelere, tımarhanelere tıkıldığını biliyordum... Devlet'le Nazım'ın barışmasının mümkün olmayacağına inanmıştım hep.. Bir gün Ankara'ya gittim, Kültür Bakanlığı bahçesinde Nazım'ın heykelini gördüm, aynı yıl aynı Bakanlık, Nazım Yılı ilan etti! Bakanlık yetkilileri Moskova'lara taşınmış, Şair'in mezarı başında dua ediyorlardı! * "Geceyarısı Ekspresi" filmi çekildiğinde ülkemizde yer gök inlemiş, filmi çeken için de yazan için de "görüldüğü yerde vurulmalıdır!" fetvası verilmişti sanki... "Biz inatçı toplumuz, mümkünü yok ki bu filmin yaratıcıları komşu topraklarda dahi barınamaz!" diye düşünmüştüm o sıralar.. Aradan yıllar geçince ne kadar yanıldığımı anladım! Filmin senaryo yazarı -hatta romanda anlatılan hikayeyle yetinmeyip üstüne üstlük kendi abartılarını da eklediği iddia ediliyordu- Oliver Stone, Kültür Bakanı tarafından ağırlanıyordu. * Gazetecilik yapıyorum ya, televizyon dünyasının arka cephelerinde yaşananlara kulak kabartıyorum ya.. Yıllar boyunca Sar ve Uzan İmparatorluğu'na dokunulamayacağına inanıyordum hep! Ne hükümeti, ne siyasetçisi ne de rakipleri kimse dokunamaz, dokundurmazlardı! Dokunanı yakarlar, "Rum çocuğu, elin oğlu, gavurun dölü" kampanyasıyla yılların habercilerini, bin yılın spikerlerini bu uğurda ekran önüne katarlardı.. Geçen hafta baktım, Cem Uzan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu... * Biz "atarerkil, gelenekleri olan, namahrem konularda ketim bir toplum" diye biiniyorduk. Aile içi sorunlarımızın, komşu tarafından duyulmasına dahi katlanamazdık. Özellikle de evlilik kız alıp vermelerde "hücre" çalışması uygulardık... Önceki akşam, gencecik çocukların aileleri ve milyonların önünde, göz göre göre lime lime edildiği şu "meşhur" Semranım'lı "gerçek şov"u izledim. Kendi kendime "Sen ne saf adam mışsın Nebil" dedim... Daha doğrusu, "Hadi Canım ben de!" * Ömrü hayatı yoksulluklar içinde geçmişti Orhan Kemal'in... Yoksulluğa dayanamayıp intiharı bile geçirmişti aklından. Düşünün ki hayallerinden biri buzdolabı almaktı... Onca romana, onca senaryosuna, "Adaletin, mülkün temeli olduğuna inanmasına" rağmen doğru dürüst "bir mülke, bir dikili ağaca" sahip olmadan göçüp gitmişti bu dünyadan.. Arşivleri karıştırıp bunları öğrenen ben de "Hey gidinin usta Orhan Kemal'i, kadri bilinmiyor, galiba bilinmeyecek de" der dururdum.. Fakat ölümünden 35 yıl sonra bir yayınevi, Orhan Kemal'in bir kitabına dikkat çekti ve tam 200 bin basıp sattı... Yine yanılmıştım! * Gora'nın çekimleri sırasında bir haber okumuştum! Dekor yandı, filmin çekimine ara verildi! Sonra Hürrem Sultan dizisi sırasında dekorun Gülben Ergen'in üzerine yıkılıp yine tutuştuğunu öğrendim... "Kim bu dekorcular yahu?" derken... 10 gün önce Milliyet'in ilavesindeki "Sarı Kız" sütununu okuyunca kim olduğunu nihayet öğrendim! Sarı Kız müstear isimli yazar, her iki filmin dekorcusunun adını veriyordu; Mustafa Demirkol.. Hatta 18 suçtan arandığını hatırlatarak, "Bu dekorcuya iş vermeyin, yaptığı bütün dekorlar çürük çıkıyor!" gibisinden iddialı sözler de ediyordu.. Kendi kendime dedim ki.. "Adamın iş hayatı bitti, artık kimse dekor yaptırmaz!" Aradan bir hafta geçti ki, Demirkol'a yine iş verilmiş, "Büyü"nün gala dekoru teslim edilmişti. Dolmabahçe'deki G-Mall'daki yangın da dekordan çıkmıştı! Sonunda anladım ki "iş bilenin demir kuşananın!" * Şu Avrupa Birliği rüzgarı Mesut Yılmaz hükümetinden bu yana çok esiyordu.. Erdoğan Hükümeti de "AB"yi fırtınaya dönüştürdü. Haftada bir "demokratikleşme, iyileştirme yasası" çıkıp durdu. Sansürden ve yasaklardan çok çekmiş bir ülkeyiz ya! Artık sinemalar sansürlenmez oyunlar yasaklanmaz, kitaplar toplatılmaz-yakılmaz galiba diyordum!.. Ama dün bir gazete haberinde okudum! 12 Eylül'de dahi yasaklanmayan, TRT'de dizi halinde yayınlanan "Bir Ceza Avukatının Anıları" oyununa Aydın'da, "Valilik"çe "kısmi yasak" getirilmiş. Anladım ki "uzun ince bir yol"dayız... Hâlâ.... İyi Pazarlar!
|