| |
|
|
Adamların dediklerine değil yaptıklarına baksanıza...
Avrupa Birliği liderlerinin 17 Aralık Zirvesi yaklaştıkça, Türkiye'deki farklı düşünen kesimlerin tartışmasından kaynaklanan düşünce kargaşası da yoğunlaşmaya başladı. * Türkiye AB'ye üyelik sürecine girerse sonunda parçalanır. * AB üyesi ülkelerin çoğu Türkiye'ye karşı iyi niyetli değiller. * AB'nin şartlar Sevr'in canland demektir. * AB ile pazarlık, Türkiye'nin ulusal onurunu ayaklar altına alıyor. Bu tür söylemleri 17 Aralık'a uzanan son günlerde daha çok duymaya başladık. Ancak bütün bunlar söylenirken unutulan bir nokta var. Bazılarına önemsiz bir ayrıntı gibi gelebilir bu. Ama kanımızca çok önemli bir noktayı unutuyor bu söylemlerin sahipleri. Avrupa Birliği veya daha önce Ortak Pazar, Türkiye'ye başvurup, " Lütfen bize üye olun " demedi. Türkiye AB'ye başvurup, " Biz size üye olmak istiyoruz " dedi. 1950'li yılların sonundan beri, bu başvurunun gereklerini yapmak için çabalayan birbirinden farklı hükümetler, olayı bir bayrak yarışındaki gibi bugüne taşıdılar. Ne askeri darbeler, ne ekonomik ve siyasi krizler bu hedefi değiştirebildi. Kıbrıs konusundaki en şahin politikacı Ecevit, 1999'da Helsinki'ye gidip, Kıbrıs Rumları ile ortak zemine imzayı attı. Kürt realitesi konusunda en şahin parti MHP, koalisyon ortağıyken idam cezasının kalkmasını onayladı. Tansu Çiller'in Başbakanlığında Gümrük Birliği'ne girilirken, Dışişleri Bakanlığı CHP'deydi ve Deniz Baykal da Dışişleri Bakanı'ydı. Daha ötesi var mı? "Batı Kulübü " diye Avrupalılığı kınayan Milli Görüş cemaatinin gurusu Erbakan, yerel hukukla başı belaya girdiği zaman, davalarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşımadı mı? İşçi Partisi ve Ulusal Kanal'ın Gazi Üniversitesi'nde düzenlediği Avrasya Sempozyumu'nda Süleyman Demirel "Önümüzdeki günlerde müzakere tarihi almak için görüşeceğimiz Avrupa Birliği'nin bedeli, Kıbrıs'ta kazanılmış hakları vermek olmamalıdır. Bunun vicdanla, akılla ilgisi yoktur" şeklinde konuşmuş önceki gün. Acaba seçimle geldiği başbakanlıktan iki kez askeri darbe ile devrilirken ve kazanılmış demokratik hakları " Ankara Kriterleri " ile elinden alınırken, ileride bir gün "Avrupalı Olmak" rüyası görmüyor muydu? Veya 1964'ten beri Türk siyaset hayatının başrol aktörlerinden biri olarak, Avrupa Parlamentosu Başkanı Borrell'in şu sözlerinin irdelenmesi, Demirel için Kıbrıs'taki kazanılmış haklardan daha fazla değerlendirilmeli de değil miydi? Ortalama bir AB ülkesinin iki katı ekonomik büyümeye sahip olsanız bile, AB'nin bugünkü gelir düzeyine ulaşmak için 40 yıl beklemeniz gerekebilir. Türkiye'nin nüfusu, AB'ye üye olan son 10 ülkenin nüfusuna eşit, ama kişi başına düşen geliri bunların yarısı kadar. Türkiye AB standartlarına göre çok büyük ve yoksul bir ülke.. Özetle, AB bize üye olalım diye başvurmadı. Biz başvurup "Sizin gibi olacağız" dedik. Bence bu noktada şovence retorikler seslendirmek yerine, hala "Büyük ve yoksul bir ülke" olmamızı tartışmamız daha doğru olacaktır.
|