Tartışalım
17 Aralık'ta Brüksel'de alınacak sonuç ne olursa olsun, Türkiye'de çok önemli etkileri olacak. 18 Aralık sabahı çok değişik veya değişimin (olumlu veya olumsuz yönde) yolunun açılacağı bir Türkiye'ye uyanacağız. Avrupa Birliği'nden tam üyelik için müzakere tarihi almayı hedefleyen AK Parti iktidarı, şu veya bu nedenle ertelediği, ancak kendisi ve seçmen tabanı için önem taşıyan konuları birer ikişer gündeme getirip Meclis'te çözmeyi düşünüyor. Bunların içinde 2B orman arazileri de var, türban sorunu da var, elbette siyasi sistem de var. İktidarda 2'nci yılını dolduran AK Parti yönetimi, istese de, istemese de önümüzdeki yıldan itibaren seçimi düşünmeye başlayacak. Türkiye'de hiçbir iktidarın 5 yılı dolduramadığı göz önünde tutulursa, 2005 sonundan itibaren birçok milletvekili için seçim kaygısının öne çıkacağını tahmin etmek zor değil. Bugün yapılacak bir seçimde AK Parti'nin yeniden tek başına iktidar olması büyük olasılık. Ancak, böyle bir seçim muhtemelen Kasım 2002'den farklı bir tablo çıkaracak. CHP'nin yanı sıra, DYP ve Saadet'le ittifak yapmış veya yapmamış bir MHP'nin de Meclis içinde olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Böyle bir tablo, iktidarın elini zorlaştıracaktır. Avrupa Birliği yolunda atılması gereken adımları, yasaların değiştirilip uygulamaya konulmasını sıkıntıya düşürecektir. Akılda tutmak gerekir ki, 2007'de Türkiye'de bir Cumhurbaşkanlığı seçimi sancısı da yaşanacak. Tayyip Erdoğan'ın kendisini bu koltuğa düşünmesi çok doğaldır. Ancak, partisini bırakıp Çankaya'ya giden bir siyasetçinin de Özal ve Demirel örneklerinde olduğu gibi, bütün gücünü kaybettiği de bir gerçektir. Böyle bir tablo karşısında Başbakan Erdoğan'ın "Başkanlık Sistemi"ni ciddi bir biçimde düşünmesi kaçınılmaz bir durumdur. Erdoğan'ın yakın çalışma arkadaşı, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, 18 Aralık günü Türkiye'nin gündeminin bu olacağını Yavuz Donat'a açıkladı. Aslında, bugün Türkiye'de yürürlükte olan sistem parlamenter sistem değil, başbakanlık sistemidir. Milletvekili adaylarını parti lideri belirlemekte, seçimi kazanınca da kimin bakan, kimin parti yöneticisi olacağına başbakan karar vermektedir. Bütün ciddi yasa teklifleri, başbakanın onayıyla gündeme alınmaktadır. Bütün önemli icraat kararları başbakana bağlıdır. O nedenle, parlamenter sistemin yararlarını savunup başkanlık sisteminin dikta rejimi getireceğini ileri sürenlerin, ilk akılda tutması gereken gerçek, Türkiye'de fiilen böyle bir rejimin var olduğudur. Türkiye, Fransa'da olduğu gibi iki turlu bir başkanlık sistemini ciddi biçimde tartışmalıdır. Böyle bir sistem, marjinal partilerin (Fransa'da Le Pen örneğinde olduğu gibi) başarı şansını azaltacak, iktidarı çoğunluk oyunun (en az yüzde 51) belirlemesini sağlayacak, özetle temsilde adalet, yönetimde istikrarı sağlayıcı bir işlev görecektir. Bakanların Meclis dışından atanıyor olması, yetişmiş nitelikli kadroların ülkeye hizmet vermesine fırsat verecektir. Kısacası, Türkiye 18 Aralık'tan itibaren yeni bir yönetim tarzını tartışmaya başlayacaktır. Bu başkanlık sistemi de olabilir, mevcut sistemin ciddi biçimde revizyondan geçirilmesi de. Ama ortada çok açık bir gerçek var. Türkiye'nin bugünkü sistemi istikrarsızlık üretmeye yatkın, parti içi ve Meclis içi demokrasiyi tıkayan bir sistemdir. Tüm siyasilerin, düşünürlerin daha sağlıklı bir sistem tartışmasına katılıp katkıda bulunmasında sayısız yarar var.
|