AB Başkentinden
Küçük bir başkent olan Brüksel AB üyesi 25 ülkenin kaderini elinde tutan bir merkeze dönüştü
Atina / Brüksel Avrupa Birliği'nin başkenti olarak kabul edilen Belçika'nın başkenti Brüksel'e yine "çalışmak üzere" geldik. AB'nin zirve toplantılarından zirve toplantılarına görüştüğümüz kırk yıllık arkadaşlarla karşılaşmak, şakalaşmak, bir kadeh içkiden sonra her zaman ağırlandığım Hadi ya da Zeynel'in evinde de sabahın erken saatlerine kadar oturup konuşup dertleşmek, bir gecede Türkiye'nin sorunlarını "halletmek" bana göre AB zirvelerinin en olumlu ve verimli yanlarını oluşturuyor. O bana her zaman eşlik eden uçak ve yükseklik korkusuyla Yunan Başbakanı Kostas Karamanlis'in uçağıyla Atina'dan Brüksel'e uçarken, AB'nin bu olağanüstü zirvesinde Türkiye'ye müzakere tarihinin ne zaman verileceğiyle ilgili bitmez tükenmez tartışmaları dinleye dinleye Brüksel'in geniş havaalanına ayak bastığımda, Başbakan Erdoğan'ın Brüksel'e gelmeyeceğini öğrendik. (Bu, iş açısından hayal kırıklığı anlamına geliyor !!) Ertesi gün ise Brüksel yakınlarındaki bir şatoda yapılan AB muhafazakar parti liderlerinin toplantısına giderken de ABD'nin, Yunanistan'ın "Makedonya" adına şiddetle karşı çıktığı Makedonya Cumhuriyeti'ni resmen tanımaya karar vermesiyle, Yunanistan'da her şeyin allak bullak olduğunu öğrendik. (Bu da iş açısından başka bir hayal kırıklığı oluşturdu!!)
ARAFAT'IN ÖLÜM HABERİ Aynı gün Yaser Arafat'ın "Ölüyor, öldü, ölecek, daha ölmedi" gibi çetrefilli haberler gelmeye başladı. (Bu kez hem iş hem de ideolojik açıdan bir hayal kırıklığı daha yaratılıyordu.) Çünkü tüm bu üst üste gelen beklenmedik gelişmeler Brüksel'e gelip Fikret'le yapacağımız iş bölümünü ve takibini, bir yerde ortadan kaldırıyordu. Bizler gazeteye, AB zirvesinde Türkiye'nin tartışılmayacağı ve AKP'nin Avrupa Muhafazakar Partileri'ne üyeliğinin erteleneceği gibi Arafat'ın ölümüyle tüm dünyanın gözünün Ortadoğu'ya ve özellikle Sharon'un ne yapacağına çevrildiği bir anda biz gazetecilerin en büyük kabusunu oluşturan "Ne yazarsak yazalım, hiç bir önemi kalmayacağı" duygusuna kapılıverdik. Buna rağmen yılmadık. Elimizden geldiği kadar, AB'nin Konsey binasının basın salonlarından topladığımız bilgileri yeniden toparlayarak gazetemize bildirmeye çalıştık. Brüksel'de kaldığım iki gün boyunca, her zaman olduğu gibi, bu küçük orta Avrupa kentinin nasıl oldu da birdenbire AB gibi 25 ülkeyi birleştiren bir devin başkenti oluverdiğini düşündüm. Brüksel'de kravat-gömlekli erkeklerin ve döpiyesli kadınların oluşturduğu insan orduları, tam bir "memur yatağı" süsü veriyor yeşil Brüksel'e...
Brüksel'in tertemiz meydanlarıyla, cafe'leri, lokanta ve pub'larıyla, kazların uçuştuğu, ördeklerin yüzdüğü göllerin arasındaki şatolarıyla her yeri buram buram "Avrupa standartı" kokuyor ama bizim bildiğimiz anlamda "insani" bir yanı yok. Yani yol ortasında kahkaha atanlara, avuç açanlara, otobüs kuyruklarında beklerken itiş kakışlara, küfürleşmelere, şakalaşmalara, güreşen çocuklara, kızlara laf atanlara rastlamak mümkün değil Brüksel'- de. Paris, Londra, Amsterdam ve Köln'e 2-3 saat mesafedeki Brüksel, bugünkü haliyle tam bir "çalışma" alanı gibi... Haber kaynakları burada, Avrupa'nın geleceği burada, Türkiye gibi "bekleme salonunda" bekleyen aday ülkelerin kaderleri yine burada. Güneşin kendisini gösterdiği zamanlar insanların gülümsediği, çoğu zaman bulutlu Brüksel'de çalışmaktan başka yapacak bir şey yok.
|