 |  |
  |
|
Rüzgâr saçlı kızı o gece nasıl tanıdım?..
Gecenin yarı vakti. İstihbarat şefimiz İhsan Demir aradı önce. "Abi Tuzla'da kötü bir kaza oldu. 14 yaşnda Koç Lisesi öğrencisi bir genç kızla işadamı babası öldü. Bir kız öğrenci de ağır yaralı" dedi. Sonra gece nöbetçi muhabirimiz Ayhan'dan geldi işin devam bilgileri. "Genç kızı belki kurtarabiliriz diye süratle Acıbadem Hastanesi'ne kaldırmışlar ama vefat etmiş abi. Ben burada acil kapısında yakınlarıyla görüşüyorum" diyordu.
Acılara ortak olmak Muhabir-yazarlıktan, bir nevi 'karargâh kurmaylığına' atanalı 3-5 gün olduğu için ikirciklendim. Masadaki muhabir mi olayım, sokaktaki genel müdür mü? İkinci şk ağır bastı, fırlayıp gittim hastaneye. Baktım toparlanacak her şeyi zaten kotarmış haberci arkadaşlar. Bana ölenlerin yakınlarıyla dertleşip, acılarına ortak olmak düştü. Komşuları bir yanda kümeleşmiş ağlıyorken diğer köşede yiten genç kızın akran arkadaşları hıçkırarak gözyaş döküyordu. Yalova'da deprem felaketini birlikte yaşayıp sonra İstanbul'a yine birlikte göç eden bazı aile dostları da gelmişti hastaneye. Hepsinin aklında Amerika'ya yeğenlerini görmeye giden anne Sema Hanım'ın 8-10 saat sonra İstanbul'a döndüğünde bu dehşet haberi ona nasıl verebilecekleri vardı.
Sanem bebek doğdu!.. Derken bir karaltı gördüm uzaktan. Bana doğru yaklaşnca tanıdım. Fenerbahçe'nin efsanevi futbolcusu Cemil Turan'dı gelen. Aile yakınlarının arasından çıkıp geldiği için telaşlandım. O bana merhaba Savaş Kardeş dediğinde ben selamına karşlık bile vermeden sordum: - Hayırdır Cemil yakının mıydı baba kız yoksa? Cemil şaşrdı, anlayamadı bile. Sonradan konuşunca belli oldu ki onun orada oluş nedeni çok farklı. Meğerse 1-2 saat önce torunu doğmuştu Cemil'in. "Adını Sanem koyduk. Çok güzel bir bebek. Tam 3 kilo doğdu. Saçları bile var" diyor gülümsüyordu. 14 yaşlarında bir bahar goncasının yaşanmına elveda dediği hastanede aynı saatlerde bir bebek doğmuştu ve ölenin yakınlarıyla, doğanın yakınları aynı koridorda buluşmuştu kadere bak...
Gözü yaşlı anne!.. Sonra dakikalar geçti. Yüzü asık, göz altları çökük bir hanım yaklaştı yanıma. Elinde tuttuğu bir vesikalık fotoğrafı gösterip, şöyle dedi: - Savaş Bey bakın bu benim kızım Ebru. 21 ya- şnda bir üniversite öğrencisi o. Ayrıca geçen ay Dans Milli Takımımız'ın ilk beşine seçilip İngiltere'de yarıştı Türkiye adına. Sonra bakın neler konuştuk o hanımla: - Hayırdır niye buradasınız peki. Kızımız hastalandı mı yoksa nazar mı değdi? - (Gözleri dolarak) Keşke hastalansaydı Savaş Bey. İlaçla, tedaviyle iyi olurdu. Çok daha kötüsü oldu. - !!!!! - Kaza geçirdi ve sol bacağını kestiler kızımın Savaş Bey. 220 volta çarpılmış gibi oldum aniden. Bir anda birbirimize sarılmıştık ve göğsüme yaslanmış hüngür hüngür ağlıyordu koca kadın. Zorlukla sürdürdü konuşmayı; - "Ben emekli bir öğretmenim. Eşim yıllar önce vefat etti. Bir de oğlum var. Kütahya'da Dumlupınar Üniversitesi'nde öğrenci o da. Bu hastane masrafı şu ana kadar 120 milyar lira tuttu. Daha pek çok ihtiyaç var. Ne yapacağımızı şaşrdık. Melek yüzlüm şu an yukarıda odasında yatıyor her şeyden habersiz." dedi.
Umudu çoğaltalım!.. Dahasını, sonrasını, Ebru kızı görüp ona Rüzgâr Saçlı adını taktığımı dün yazdımdı zaten. Ama ona verdiğim sözü bir kez daha buradan haykırmak boynum borcudur. Tekrar dans edebilmesi için kendi payıma elimden ne geliyorsa yapacağım. Bu ülkede Ebru'yu dansa kaldıracak çok değerli yüreklerin, paylaşmacı kişilerin olduğuna içtenlikle inanıyor o yüzden rahatlıkla veriyorum bu sözü. Öyleyse haydi dostlar. Paylaşalım ve acıyı azaltıp, umudu çoğaltalım. Haydi Ebru'yu dansa kaldıralım...
|