Sofya'dan Ab Merdiveni
Bulgaristan AB adaylığı açıklandıktan sonra aldığı yardımı vatandaşlarından esirgememiş. Halkı da gidişattan memnun
Bulgaristan'daki Türk azınlığına karşı yoğunlaşan haksızlıklarla yaşanan krizler sırasında Sofya'ya ilk gittiğim 1988 yılında orta halli otellerin telefon santralleri "Saat 15.00" dedin mi kapanıyordu... 15.00'ten sonra telefon etmek mümkün değildi. Yollarda birkaç seyyar sandviççinin önünde uzun kuyruklar oluşuyor; ama saatin ibreleri 13.00'ü gösterdiğinde o seyyar sandviççiler bile "dükkanı" öğle paydosu için kapatıyor; insanlar "öğle paydosu" bitene kadar kuyrukta kalmayı yeğliyordu. Çünkü etrafta yiyecek başka bir şey yoktu. Eski giysileri ve yıpranmış ayakkabılarıyla Sofya sakinleri gururlu, ancak deli gibi dolar peşinde koşuyor, sanki herkes takip edilmekten korkuyor, kimse kimseyle ulu orta açıkça konuşamıyordu. Binaları yıkık dökük, buna karşın parkları tertemiz Sofya'da insanın içine bir kasvet çöküyordu. 1989'da Sofya'ya, bu kez baş gösteren halk ayaklanması için gittiğimde, Bulgar vatandaşlarının kendilerine daha çok güvendiklerini gözlemlemiştim. Çünkü bu belirsizlikten, devletin bu ilgisizliğinden bıkmış usanmış insanların başını üniversite profesörleri çekmeye başlamıştı. 'İçeri' atılan Türk azınlık liderlerinin hakları Bulgarlar'ın kendileri tarafından aranıyor, serbest bırakılmaları için mücadeleler veriliyordu. Bulgarlar kendi devrimlerini, komşu Romenlere oranla daha 'kadifeden' yapmayı başardı. Arada bir uğradığım Sofya'da bazı şeylerin ağır aksak değiştiğine şahit oluyordum. En son 5 yıl önce ziyaretine gittiğim Sofya'da daha fazla otomobil, insanların hala fakir ancak daha iştahlı, ileriye daha bir güvenle baktıklarını ya da bakmak istediklerini gözlemlemiştim. Bulgaristan'ın Romanya ile birlikte 2007 yılında AB üyesi olacakları açıklandığında "Herhalde şaka yapıyorlar" ya da "Zavallılarla dalga geçiyorlar" diye düşünmüştüm. Geçen hafta içinde Yunan Cumhurbaşkanı'nın resmi ziyareti fırsatıyla tekrar gittiğim Sofya'yı tanımakta güçlük çektim. Sanki o kasvetli şehir uçmuş gitmiş, yerine, kılık kıyafetleri düzgün, güler yüzlü insanlar, bol Cafe'li, Restaurant'lı, modern mağazalı Avrupa standartlarına merdiven dayamış bir şehir gelmiş. Sofya'nın en geniş alışveriş caddesi olan Vitoşa, Brüksel'deki en geniş alışveriş caddesi Avenue Luise'i aratmayacak kadar modernleşmiş. Otobüs duraklarında makyajlı kadınlar, temiz giyimli erkekler, yeni oldukları anlaşılan halk otobüslerini ya da keza yeni oldukları anlaşılan taksi duraklarında kuyruklar oluşturuyor. Oteller tertemiz, telefonları, internet servisleri, cep telefon şirketleri, yabancı firmaların afişleri, neon ışıkları, Jerry Lee Lewis'in konserini duyuran ilanlar, "I Robot" adlı Amerikan filminin reklamları diğer Avrupa başkentlerini aratmıyor. Çünkü Bulgaristan, AB'ye üyelik müzakereleri süresinde aldığı yardımları yalnız Sofya'dan değil hiçbir şehrinden esirgememiş. Yerli-yabancı yatırımcılara kolaylık sağlamış. 1992'den bu yana 2 bin 857 sektörü özelleştirmiş; enflasyon oranını yüzde 5'lere indirmiş. Turizm sektöründe yüzde 40 oranında "patlama" olmuş, tüketici kredileri yüzde 62 artmış. Evet, işsizlik oranı hala yüzde 12'lerde seyrediyor. Evet, insanları aylık 179 dolar ile AB ülkelerine oranla çok daha az maaş alıyor. Evet, daha yapacak çok işi var Bulgaristan'ın. Ancak şu 5 sene içinde bir şeyler yaptığı; yani 'iyiye doğru' adımlar attığı, benim gibi Sofya'ya arada bir uğrayan insanların hayretle dikkatini çekiyor. Türk ve Yunan firmalarının adeta bir 'rekabet' alanına dönüşen Bulgaristan piyasasındaki ithal malların yüzde 70'i Türkiye'den karşılanıyor. Şimdiye kadar 1 milyar 800 milyon Euro'luk yatırım yapan bin 500'den fazla firmayla Yunanistan, en fazla yatırım yapan yabancı ülkelerin başında geliyor. Bulgar halkı da gidişattan memnun görünüyor. AB'nin ise 'ölümcül' düzeyde iki önemli uyarısı var. Bulgaristan Kopenhag kriterlerini uygulamaya başladığı halde 'adalet sistemini' bir türlü değiştiremiyor, 'mafya babalarının' legalleşmesini önleyemiyor. Bu iki unsur Bulgaristan'ın AB'ye tam üyeliğini son dakikada 'direkten döndürebilecek' kadar hayati önem taşıyor. Adalet sistemiyle, hükümete sızan 'beyaz yakalı' mafya babalarının faaliyetleri iç içe geçmiş olduğundan iş "arap saçına" dönüşüyor. Sosyalistler'in önderliğindeki muhalefet partilerin ise Başbakan Simeon Saxecoburgotha'yı AB'nin her dediğine 'Evet' demesinden dolayı değil de, 60 yıl sürgünde bulunduğu için Bulgarca'yı iyi konuşamaması ya da Bulgaristan'ın NATO'ya girişini kayıtsız şartsız kabul etmesi nedeniyle suçlaması garip karşılanıyor.
|