|
Bosna Savaşı'nda bir Romeo Jülyet hikayesi
|
|
Filmde Bosna Savaşı'nın ilk günleri, ıssız yerdeki bir demiryolu çevresinde yaşayan bir avuç tuhaf insanın çerçevesinden anlatılıyor. Aslında ilk bir saatine bile dayanmak zor.
Emir Kusturica dönüyor. Ve bizlere sinemasının hemen hiç değişmeyen tüm özelliklerini bir kez daha ve en görkemli biçimde içeren bir film sunuyor. İyi ve kötü yanları, yürek çarptıran ya da sabrı zorlayan bölümleriyle... Evet, Kusturica değişmiyor. İlk filmi "Dolly Bell'i Anımsıyor musun?"dan beri çok söylendi: Onun artık çağımızın en büyük görsellik ustalarından biri olduğu, sanki Fellini'nin mirasını sırtında taşıdığı... Ama, aynı zamanda, filmlerinde hep aşırı bir biçimcilik, paylaşılması zor bir coşku, denetimsiz bir duygusallık olduğu, daha sakin biçimde anlatılabilecek öyküleri böyle abartılı biçimde anlatmasının öyküye ve de sinema sanatına zarar verdiği.... Ama o değişmiyor. Bosna savaşının başladığı günlerin, ıssız bir yerdeki demiryolu çevresinde yaşayan bir avuç tuhaf insanın çerçevesinden anlatıldığı filmin ilk bir saatine dayanmak bile zor. Kusturica burada sanki her sahnesi kendine özgü bir komik unsur içeren, sanki bağımsız skeçler halinde gelişen, başına buyruk (yoksa başı bozuk mu demeli?) bir anlatımı yeğliyor. Böylece, saf demiryolu uzmanı Luca, fingirdek soprano karısı Jadranka, futbol yıldızı olmayı hayal eden oğulları Milos, şişman ve obur belediye başkanı ve civelek karısı, görmüş-geçirmiş Veljo ve türlü-çeşitli hayvanlardan oluşan bu cemaat, özel Kusturica mizahına feda edilmiş birer karikatür gibi kalıyorlar, yaşayan karakterlere dönüşemiyorlar. Ama sanırım aç kediden sadık köpeğe, inatçı eşekten düzenli kaz ailesine, özgür atlardan daha da özgür kuşlara tüm hayvanları dışta tutmak gerek: Onların zaten karakter olmaya ihtiyaçları yok!...
KUSTURİCA'YI KABULLENMEK Sonra işler biraz farklılaşıyor. Gerçek bir hikayenin ana çizgileri beliriyor, savaş gitgide daha gülünçleşiyor ve bu fon önünde de çağdaş bir Romeo-Jülyet hikayesi beliriyor. Gerçekten de Romeo-Jülyet çünkü aşıklar Bosna savaşının iki temel düşmanını temsil ediyor: Sırp Luca ve onun elinde "tutsak" bulunan müslüman (Boşnak) kızı Sabaha (Sabiha). Ama Kusturica kararlıdır. Yine her sahneyi kendi içinde iddialı bir görselliğe dönüştürmekten, ara yerde Sırp usulü müzikal bölümler, tipik Balkan mizahını bile zorlayan komiklikler ve de hemen her sahneye egemen olan, adeta gülüp ağlamamızı dikte eden Bregoviç'vari (ama yönetmenin bizzat kendi damgasını taşıyan) bir müzikten hiç vazgeçmeyecek ve filmini bu minval üzerine bitirecektir. "Bir Mucizedir Yaşamak", bu haliyle ancak yarım bir başarı. Kendi adıma, hemen tüm Kusturica eleştirilerimde, onun günün birinde biraz olgunlaşmasını, sanatını daha sadeleştirmesini, coşkunluğuna gem vurmasını beklediğimi yazdım. Ama galiba haksızlık ettim. Benim kusur saydığım şeyler, aslında onun gerçek doğası, sanatının gerçek yönelişi. Ondan uslanmasını ve kendi kendisine gem vurmasını beklemek doğru mu? Bu durumda yapılacak tek şey, bu önemli sanatçıyı olduğu gibi kabullenip filmlerine gitmek...Ya da onu ilgi alanının dışında bırakmak. Artık orası size kalmış...
|