Gol ofsayt ise!
"Haber", genellikle "yeni olan" diye tanımlanır. Her zaman "yeni" olmayabilir, ama "geri" olması şart değil ki! Önceki gün, Hürriyet, "Viyana'daki hücresinde görüştüğünü" söyleyen "Paris muhabiri" Muammer Elveren'in kaleminden ve manşetten, "Alaattin Çakıcı söyleşisi" yayınlamaya başladı: "Karın seni bir kadınla aldatıyor." Söylediği iddia edilen kişi, bir dönemin ünlü "baba"sı Dündar Kılıç'tı. Damadı Çakıcı'ya, kızı Uğur için söylemişti, "hücredeki Çakıcı"nın dediğine göre. Uğur Kılıç bir süre sonra öldürülmüştü. Çakıcı'ya göre, "bir polis ve bir kadınla ilişki"den oluşan "bu ahlaksızlıklara kızan bir arkadaşı" tarafından.
*** Çeşitli insanlar, olayları kendi bildikleri, istedikleri gibi anlatabilirler. Gazetecinin görevi nedir peki? Kim ne anlatırsa anlatsın, hiç sorgulamadan tutup manşete oturtmak mı? Sorgulama bir yana, hiç hatırlatma yapmadan. Hürriyet'te birileri kendi arşivlerini açsa idi, 1994 Aralık ayında ve "Ana'ya infaz" manşetiyle Uğur Kılıç cinayetini duyurdukları 21 Ocak 1995'te, "o polis" ile " o kadın"ın kimliklerini bile açıkladıklarını, bu iddiayı zaten "haber" yaptıklarını görürlerdi. Hatta "cinayet"in faillerini nasıl duyurduklarını da! 9 yıl sonraki "özel haber başlığı" onun bile gerisinde yani! O isimleri telaffuz etmeyeceğim; meselem o değil. Gazetecilik açısından asıl mesele, "karışık bir dünya" ve "karanlık işler"e dair bu denli kolay tek taraflı manşet atılabilmesi; Çakıcı'nın savunmasına, görüşüne yer verirken, en küçük hatırlatma dahi yapılmaması. Tam Türkiye'ye getirilmeden önce, neredeyse özel bir savunma metnine, adeta sorular monte edilerek söyleşi yapılmış gibi bir manzara çıkması. Tabii ki, Çakıcı da, gazetecilik açısından söyledikleri "haber değeri" olan, ayrıca herkes gibi söyleyeceklerini söyleme hakkı olan birisidir. Onunla gerçek bir görüşme, her açıdan her türlü soruyla söyleşi de "gazetecilik becerisi"dir. Öyledir. Ancak "büyük bir gazete", günler, sayfalar boyu böyle bir yayına soyunurken, bin kere durup düşünür. Nasıl vereceğini, konuşanın söyledikleri dışındaki bilgileri, bulguları, görüşleri nasıl değerlendireceğini de. O düşünmezse, biraz düşünen okurları düşünür, "Bu ne iş" diye!
*** Gazetecilikteki en büyük sorunlardan biri, gazetecilerin "haber kaynakları"na tabi kalması, hatta "aidiyet" ve "vesayet" altına girmesi. "Bir haber aracı olayım" derken, "alet" olması. Futbol, emniyet, siyaset, bürokrasi, magazin, iş dünyalarında da birçok haber bu gölge altında yapılıyor, birçok yazı bu tabiiyetlerle yazılıyor. "Haber kaynakları"nı rahatsız etmekten yahut "haber kaynakları" tarafından rahatsız edilmekten ürkülüyor. Hatta bizzat kayrılıyor. Gazeteci propaganda, reklam, halkla ilişkiler neferi oluyor. Elbette gazeteci "herkes"le konuşabilmeli. Haber, olay, dava konusu oldukları sürece, Çakıcı da, Peker de, başkaları da kendi görüşlerini, savunmalarını açıklayabilmeli. Ama bir gazetenin yönetimi, yazı işleri, kapısını çalan her haber ve görüşe "başımın üstünde yerin var" diyemez. Andıç geldi koy, hücreden söyleşi geldi koy; olmaz. Pas geldi diye, her topa gelişine vurulmaz. "Ofsayt" diye bir şey var!
|