Paşaya hürmet, maşaya lanet!
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na bağlı olarak TBMM'de görev yapan askeri birliğin lokalinde iktidar partili bir milletvekilinin sakallı misafirine yemek verilmeyişi günler sonra mütevazı bir haber oluverdi.. 'Sinek murdar değil ama mide bulandırır' misali, 'Kopenhag Ölçütleri konusundaki tarihi devrimlerimizi sulandırır' diye mi beklendi bilinmez.. Fakat olay hiç de uygun bir zamanda cereyan etmiş değildi. Zira tam da o sıralarda İstanbul'un işgalden kurtuluş günü olan 6 Ekim'e tesadüf eyleyen ünlü kutsal 'İlerleme Raporu'nun resmi ilan gününü gururla idrak etmek üzere idik. Öyle bir hengamede bu kıldan-tüyden meselenin gündeme gelmesi 'uygarlık tedavisi'ne girmemizi baltalamaya hatta geciktirmeye yetmese bile en azından çok Avrupai bir sıkıntıya yol açabilirdi.. Hafazanallah! İmdi bir kutsal sınavın daha eşiğinden geçmiş müzmin aday ülke olarak rahatız; o kıldan-tüyden meseleyi irdeleyebiliriz: Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 'muhafazakar demokrat' yapısına uygun şekilde matruş-sakalsız ve bıyıksız-milletvekillerinden Isparta mebusu sayın Emin Murat Bilgiç yanındaki sakallı bir konuğu ile TBMM alanı içindeki askeri birliğin lokaline giderek yemeğe oturuyor.. Tabii ilgili askeri görevliler hemen bu irticai felaketi engellemek üzere 'muhafazakar demokrat' milletvekiline, ordumuzun NATO ölçütlerini bir hayli aşan 'muhafazakarlık tarzı'nı hatırlatıyorlar: -Efendim, burası Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na bağlı bir tabur.. Burada da bütün orduevlerinde ve askeri bölgelerde uygulanan kararlar uygulanıyor. Onun için, çok özür dileriz; size yemek verebiliriz (Allah korumuş, ya vekilin de sakalı olsaydı?) ama sakallı misafirinize veremeyiz.. Sağlam rivayetlere göre sayın muhafazakar demokrat milletvekili öfkesini pek zor muhafaza ediyor ve emir kulu askerlere bağırıyor.. (Bunu kınamak için kaydetmiyorum; toplumumuzun çürüme sürecinde edindiği iğrenç huylardan biri olan 'Paşaya hürmet, maşaya lanet' alışkanlığı hemen hepimizi bağlar..) Sonunda kurallar çalışıyor, sayın milletvekili misafirine yemek yediremiyor..
*** AB yolundaki Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı'nı ve Meclis'ini neden -Kurtuluş Savaşı şartlarının yaşandığı ve doğru dürüst polis teşkilatının var olmadığı günlerden kalma alışkanlıkla- askerin koruduğunu sormayalım.. Muhafız Alayı'nın geçmiş darbelerdeki mütevazı katkılarını da unutalım... Bu birliklerin, ordusunu kutsal bilen bir millet için olumlu sembolik anlamını da bir kenara bırakalım.. Ayrıca, milletvekilinin misafirince bırakılan sakalların dini niteliğini de hiç kayda almayalım.. Hatta ve hatta; tarihte ve bugün mevcut orduların hepsinden daha şanlı geçmişe sahip.... dolayısıyla yeryüzünün özgüven açısından en sağlam kurumu olması gereken TSK'nın.... bu tür kıldan-tüyden kuralları koymasının.... kendi azamet ve ciddiyeti ile bağdaşıp bağdaşmadığını da sorgulamayalım.. Ya ne yapalım? Çok basit, pratik bir çıkmaza dikkat çekelim: AB sürecinde er veya geç bu kurallar kalkacağına göre, özgüvene ve haklı bir sağlamlık duygusuna sahip olanlara yakışan, dayatmayla karşılaşmadan önce yakın yarını görmek ve kendini uyarlamak değil midir? Evet, mesele o kadar basit.. Aksi takdirde ne olacağını biliyoruz: Çocukluğumdan beri içlerinde, ortalarında veya kenarlarında olageldiğim Türkiye türü muhafazakarlara özgü direnç yalamalığına Ordu da büsbütün batacak.. Bu sefil batak; milyon kere olmak üzere, önce 'hayır, zinhar kabul edilemez' deyip sonra tükürdüğünü yalamak, inkar ettiğini, küfürle eşdeğer gördüğünü, hatta ihanet saydığını benimseyip yaşamaktır.. Hadi bu perişanlık sıradan vatandaşlara ve aşağılık duygusu kurbanı aydıncağızlara hoş görülsün.. Fakat TSK artık, daha önce Kuzey Irak için, Kıbrıs için dillendirip muhafaza edemediği kırmızı hatlardan sonra bir de böyle kıldan tüyden yasaklarını, dışarıdan gelen dayatmalarla yutmayı içine sindirmesin! Bunları artık maşalara değil, paşalara söylemenin zamanıdır. Onlar emin bulunsunlar ki, kendilerine bunları söyleyenlerin en ağır eleştirileri dahi, 'Paşa'ya hürmet, maşaya lanet' erbabının dalkavukluğundan çok daha anlamlı saygı içermektedir.
|