Süpermenler ölür mü?
Çok dayandı... Çok direndi... Başına gelen felaketten sonra gösterdiği yaşama direnci buraya kadardı. Beyni sonuna kadar saat gibi işledi tıkır tıkır... Kalbi iki "tık"ı beceremedi. Süpermen öldü.
*** Ölen kimdi gerçekte? Gözlüklü, kişiliksiz ve korkak görünümlü "ofis adamı" Clark Kent mi? Bir köşe başında, bir telefon kulübesinde, o "silik" adamın yüreğinden kanatlanan, kötülerin düşmanı, iyilerin dostu Süpermen mi? Yoksa her iki role beyaz perdede can veren "dağ gibi" adam Christopher Reeve mi? Hepsi... Bir adam öldü... Ve aynı anda üç adam öldü... Sinema ne tuhaf şey!
*** Ve ölüm ne tuhaf şey! Ne kadar anlaşılmaz! Ne kadar meçhul! Bazen beyin ölür önce, düşünceler uçar gider kelebek kanatlarında... Ama yürek dayanır... Saksıda; artık rayiha üretmeyen solgun bir gonca güle çevirir insanı... Tıp dilinde adına bitkisel hayat rivayet olunur... Bazen de beyin dayanır onca zulümlere... Eller, ayaklar pes eder... Beden pes eder... Her biri sonsuzluğa mıhlanmıştır sanki ve kuşatmaya alırlar akışını durdurdukları zamanı... Kelepçelerinde mütemadiyen teslime zorlarlar sol memenin altındaki cevahiri kendileriyle beraber. Yürek de beyaz bayrağı çekince, bitecektir "ol hikâyet, ol kara sevda!" Beyin tıkır tıkır yürür yolunda her şeye rağmen... Tıp dilinde ve bütün dillerde adına mucize rivayet olunur. Lakin... Kuşatmalara dayanmanın da bir sınırı vardır tarihte. Kalbi beyaz bayrağı çeker sonunda... İki "tık"ı daha beceremez saf tutup beynin o yaman savaşında bütün muhasaralara! Ve ölür "Süpermen"ler de! Bu dünya Sultan Süleyman'a da kalmamıştır nihayetinde. Ama... Ne malum düştüğünüz gün beyninizin Süpermen kadar direneceği.
*** Christhopher Reeve, yaman direndi ölüme. Ve bir insanın beyniyle "var" olduğunu ve beyinsiz bir "hiç" olduğunu gösterdi dosta düşmana. Elleri ayakları tutmazken, dahası tüm bedeni metal bir kafese kilitlenmişken, uçtu gitti hayallerinin kanatlarında bambaşka diyarlara. Geçenlerde izlediğim bir cezaevi filmindeki o çarpıcı sahnenin anlattığı gibi: Müebbete mahkum mahpusların; cezaevindeki "ilk gün" düşüncesi hiç değişmez: "Buradan nasıl kaçılır!" İlk günündeki mahpus, kıdemli mahkuma bu soruyu sorar cezaevi avlusunda. "Buradan nasıl kaçılır?" Cevap şaşırtıcıdır: "Ben her gece kaçıyorum!" Eliyle başını işaret eder sonra: "Her gece... Yastığa başımı koyup gözlerimi kapatınca buradan çekip gidiyorum!" Ayakları prangalıyken, Christhoper Reeve de her günün şafağında çekip gitti beyninin kanatlarında... Pelerini bile vardı sırtında. İşten bile değildi onun için o korkak "ofis adamı"ndan, "iyilerin kahramanı"na dönüşmek bir çırpıda!.. Özgür insan olmak o kadar da zor değildi yani; hayata beyin hücrelerinin pencerelerinden bakana! Siz her gün sokakta rastladığınız; ayakları üstünde seke seke giden her "ademoğlu"nu "cesur ve özgür" sandıysanız şayet, bir de arkasından bakın uzaklaşırken: Omuzunda pelerini yoksa rüzgârla havalanan... İşte o zaman... O adam...
|