Bizi kim işletti?
Türkiye 4422 Sayılı "Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu" ile 1999 yılında, Ecevit Hükümeti döneminde tanıştı. Bu yasanın dünyadaki örneklerindeki ismi "Mafya tipi suçlarla mücadele kanunu" idi. Yasanın ilk hazırlanışında da ismi bu şekildeydi. Daha sonra ismi şimdiki şeklini aldı. Dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, tasarıyı Meclis'te savunurken bu yasanın Türkiye'deki mafyayı hedeflediğini ifade etmişti. Yasa polise, DGM Savcısı'na ve mahkemeye olağanüstü yetkiler veriyor, sanık haklarını ciddi şekilde kısıtlıyor, malvarlığına elkonulması dahil her türlü caydırıcı yaptırımı içeriyordu. Gelgelelim, yasa yürürlüğe girdikten sonra asıl hedefi olan mafyayla mücadele alanında kullanılmadı. Bu yasaya dayalı olarak yapılan operasyonlar, mafya yerine çeşitli yolsuzluk olaylarını hedef aldı. Ancak bu alanda da her türlü ölçüler aşlarak Devlet Tiyatroları Genel Müdürü'nün sahne dekorasyonu harcamaları dahi çıkar amaçlı suç örgütü kapsamına alındı. Siyasi amaçlı, sansasyona dönük operas- yonlar, hiçbir ilgisi olmamasına rağmen bu kanun kapsamında yürütüldü. Bu arada, gerçek mafya palazlandıkça palazlandı. Yerel örgütlenmeler olmaktan çıkıp ülke çapına yaygın, korku imparatorlukları haline geldi. Yaratılan rantların büyüklüğü ile paralel olarak çeşitli kamu görevlileri, futbol takımları, şarkıcı, türkücü ve mankenler bu olu- şumlara dahil olmaya başladı. Ve nihayet Emniyet Genel Müdürlüğü'nün açıklamasına göre, yasa amacına uygun şekilde bir operasyonda kullanıldı. 6 ilde eşzamanlı olarak gerçekleştirilen ve 6 aydır sürdüğü ifade edilen Sedat Peker operasyonu gerçekleştirildi. Bir yandan operasyon sürdürülürken, bir yandan da sözkonusu örgütün gücünü ortaya koyan dehşetengiz örnekler basına sızdırıldı. Gazetelere yansıyan bilgilere göre, polisin elinde çok ciddi bilgi ve belge vardı. Yapılan açıklamalara bakılacak olursa, devlet devletliğini göstermeye başlamıştı ve devletin yerine ikame olan mafya örgütlenmeleri hallaç pamuğu gibi atılıyordu. Bu operasyon toplumda devlete duyulan güveni artıracak, suç örgütleriyle mücadeleye vatandaşn katılımını sağlayacak, mağdurların sanıkları devlete şikayet etmesine yol açacak bir sürecin başlangıcı gibi göründü. Ne var ki, Cumartesi sabahı bütün Türkiye büyük bir şokla sarsıldı. 26 kişinin tutuklanması istemiyle sevk edildiği mahkemenin yargıcı, "Çete yok. Delil yok" gerekçeleriyle sanıkların serbest bırakılmasına karar verdi. Kamuoyu, sadece örgüt mensubu olarak sevk edilen sanıkların değil, 4422 Sayılı Kanun'da da ifade edildiği üzere, örgüte yardım eden, örgütle işbirliği yapan futbol takımı yöneticileri, şarkıcı-türkücü takımı, hangi rütbe, mevkii ve makamda bulunursa bulunsun tüm kamu görevlilerinin bu soruştur- maya dahil edileceğini umut ederken; hakim ortada bir çetenin bulunmadığını söylüyordu. Bu durumda, birileri kamuoyuyla dalga geçiyordu ama kim! "Çete olmadığı halde!" çete görüntüsü veren Sedat Peker ve yüzlerce kişiden oluşan adamları mı? Bunlara "Türkiye'nin en büyük çetesi" muamelesi yapan polis mi? Yoksa, polisin 6 aydır yürüttüğünü söylediği soruşturmada "Çete yok, delili yok" diyen hakim mi? Türkiye bu sorunun cevabını bulmadan Avrupa Birliği'ne zor girer. NOT: Bu yazı, İstanbul Cumhuriyet Savcısı'nın tutuksuz yargılama kararına itirazından önce yazılmıştır. Ama sonuç ne olursa olsun, sorduğumuz soru değişmeyecektir.
|