Buruk, kaygılı memnuniyet
Avrupa Birliği Komisyonu'nun yarın açıklanacak Türkiye İlerleme Raporu'nun taslağı ortaya çıkarken Ankara'ya hakim hava şöyle özetlenebilir: Buruk ve kaygılı memnuniyet... Burukluğun da kaygının da adresi aynı; Fransa... Kaygı; 17 Aralık AB Zirvesi'nden çıkacak, müzakerelerin başlama tarihine odaklı. Ankara'nın isteği, müzakerelerin 2005 ilkbaharında, olmazsa en geç 2005'in sonbaharında başlaması yönünde. Ancak, Fransa'dan gelen haberler müzakerenin daha ileri bir tarihe, 2006'ya ertelenmesi çabasına işaret ediyor. Fransa, 29 Ekim'de imzalanacak AB Anayasası'nın, gelecek yılın sonbaharına kadar aday ülkelerde gerçekleşecek referandumu sonrasında Türkiye ile müzakerelerin başlamasını istiyor. Fransa, ayrıca anayasasını referanduma sunarken, AB'ye tam üye olacak ülkeler için referanduma gidilmesi şartını da bir madde olarak koyacağını açıklamış bulunuyor. Dolayısıyla, müzakere sürecindeki bir yıllık gecikme ve on yıl sonra, tam üyelik sırasında yapılacak referandumdan nasıl bir sonucun çıkacağına yönelik bilinmezler kaygının temelini oluşturuyor. Nitekim, CHP milletvekili Onur Öymen de dün bu duruma dikkat çekerek şunları söyledi: "1999 Helsinki zirvesinde Türkiye'nin diğer adaylarla eşit muamele göreceği sözü verilmişti. 2002 Aralık Zirvesi'nde Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve Almanya Başbakanı Schröder ve diğer liderler kriterler tamamlanırsa müzakereler başlar demişti. Şimdi yeni şartlar çıkarılıyor. Oyunun sonu görülmüyor."
Fransa emsal olur mu? Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın tepkisi de aynı noktada. Aktan da Kopenhag kriterlerinin hepsini tamamladığı ve masada bir şey kalmadığı söylenmesine karşın, Türkiye'ye yeni kurallar koymanın doğru olmadığı görüşünü savunanlardan. Türkiye ile müzakerelere başlanmasına çok sıcak yaklaşmayan diğer ülkelerin de Fransa'nın tutumunu emsal alıp yeni şartlarla ortaya çıkabileceği kaygısını kayda geçiriyor. Kopenhag kriterlerini rahatça yerine getiren Türkiye hedefe yaklaştıkça, Avrupa'dan gelen ırkçı nitelikteki tepkilere dikkat çekiliyor. Hem Öymen, hem de Aktan'ın kaygısı Fransa'nın yeni aday ülkeler için referanduma gitme şartı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da vurguladığı gibi, hiçbir ülkeye uygulanmamışken, Fransa'nın Türkiye için referandum şartını getirmesi "çifte standart" olarak yorumlanıyor. Müzakere sürecini tamamlamış olmasına rağmen, Türkiye'nin tam üyeliğinin, Fransa halkının kararına bağlı hale getirilmesinin yanlışlığına dikkat çekiliyor.
İyimser bakanlar Ankara'daki kaygılı yaklaşımın yanında burukluk içinde olmakla birlikte, gelişmeleri olumlu yorumlayanlar da var. Dışişleri Bakanlığı'nda oluşan bu görüşe göre, on yıllık müzakere süreci fazla uzun bulunmamalı. Müzakerelerin diğer ülkelere uygulanmadığı gibi, gerektiğinde askıya alınacak bir izleme sürecine bağlanacak olması da şu aşamada önemsenmemeli. Ceza Yasası'na konulan çevre suçlarının uygulaması için Türkiye'nin kendisine iki yıllık süre koyduğu unutulmamalı. Dolayısıyla, "Elmanın boyutunu dahi standarda bağlayan" AB'nin, müzakereler için on yıl öngörmesini, kabul edilmesi gereken bir gerçek olarak yorumluyorlar. Türkiye süreci daha önce tamamlarsa bu da bir başarı olarak görülmeli. Fransa'nın tutumuna gelince.. Bu grupta yer alanların kaygısı da, müzakerelerin başlangıç tarihinin 2006'ya kaymasında. Bunun dışındaki şartlar o kadar önemsenmemeli. Fransa'nın bundan böyle üye olacaklar için referandum şartını getirme kararına bu grubun bakışı ise farklı.. Bunu Cumhurbaşkanı Chirac'ın bir taktiği olarak kabul ediyorlar. Yani, Türkiye ile müzakerelerin başlamasına Fransa'da karşı çıkanların direnişlerinin kırılması için bulunan iyi bir ara formül... Türkiye'nin on yıl sonra tam üyeliğinin zaten ülkelerin parlamentolarında onaylanması gerektiğine dikkat çekilerek şu görüş dile getiriliyor: "On yıl sonra Türkiye konusunda Fransız halkı, parlamentosunun çok daha ilerisinde bir noktada bulunabilir. Chirac, ülkesindeki tartışmayı aldı, on yıl sonrasına taşıdı..." Oluşan kaygı ve burukluğun giderilmesi için Ankara 17 Aralık'a kadar zamanı olduğunu da biliyor. Kamuoyunun da baskısıyla, başta müzakerelerin en geç sonbaharda başlaması olmak üzere, bazı konulardaki sıkıntıların giderilebileceğine inanılıyor. İki yıl öncesine kadar yaşananlar ve her müzakere sürecinin kendi dinamiğini yaratacağı gerçeği göz önüne alındığında, İlerleme Raporu'nun "objektif" ve "fena olmadığı" da görülüyor.
|