| |
İslamcılar, Kürtler ve 2. vites...
Demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti isteyen mazlum vatandaşlar, uzun süredir rejimi kıyasıya eleştiriyordu. Eleştirilerin özünü Türkiye Cumhuriyeti'nin otoriter, totaliter ve militarist yapısı oluşturmaktaydı. Bu eleştirileri dile getirenler, Cumhuriyeti büyük süratle "demokratikleştiren" AB sürecine sahip çıktı. Ekim 2004 itibariyle, uygulamaları henüz yetersiz olsa da Kopenhag Kriterleri'ni hukuksal planda tamamlamış bir Türkiye Cumhuriyeti var. Tabii ki alınacak daha uzun bir mesafe bulunuyor, askeri darbenin oluşturduğu anayasayla ona bağlı yasaların, tüzüklerin, genelgelerin ve daha da önemlisi zihniyetin de değişmesi gerekiyor. Bunlar da bir yandan değişmekte zaten.
*** AB süreci sadece "devlet örgütlenmesini" ve "yönetenleri" değiştiren bir süreç ve anlayış değil. AB aynı zamanda "yönetilenleri" de değiştiriyor. Onların evrensel standartlarda birer "birey" olmasını da arzuluyor. Kendilerini ifade edemediklerinden haklı olarak yakınan İslamcıların ve Kürtlerin bir kısmının bu aşamada vites değiştirmekte zorlandıkları görülüyor. Kendini bunca zaman "Müslüman" veya "Kürt" olarak tanımlamış, hayatı o çerçeveden izlemiş olanların artık bireyin bizzat kendisinin "ırkından" da "dininden" de bağımsız olarak önemli olduğunu kavramaları gerekiyor. Kimse ırkından ya da dininden ötürü baskı görmeyecek ama kimse de bir ırkın ya da dinin gerekliliklerini devlet eliyle topluma kabul ettiremeyecek. Toplumsal gelişmeye "din" ya da "ırk" noktasından hareketle çözüm arayanlar AB'de tabii ki istediklerini bulamayacaklar. Çünkü AB bu tür hassasiyetleri "bireyin özgürlüğü" çerçevesinde çözmekte. Kendini öncelikle "birey, vatandaş, insan" olarak tanımlamak yerine, eski "siyasal hassasiyetlerine" göre yola devam etmek isteyenler şimdi yakınıyor. Devlet yapılanmasını dönüştüren AB sürecinin hiçbir düşünceye ya da inanca devlet gücüyle bireyi baskı altına alma iznini vermeyeceğini daha önceden fark etmemiş gözüküyorlar.
*** Militarist bir zihniyetin devlet egemenliğini kabul etmeyen AB anlayışı, İslamcılığı ve muhafazakarlığı devlet eliyle yaygınlaştırma umudunda olanları yanıltmamalı. AB, bireyin evrensel temel hak ve özgürlüklerine yönelik her saldırıyı varlığı gereği püskürtür, püskürtmek zorunda. Kural basit: Herkes inancına göre yaşamakta, inançlarını ve düşüncelerini açıklamakta özgür olacak. Ama kimse inancını ve düşüncesini topluma "tek ölçü" olarak kabul ettirmek için devleti kullanamayacak. Kürt sorununda da benzer sıkıntı var. AB'nin getirdiği çözümlerle ferahlayan Kürt sorunu, özellikle "Kürt siyasetinin" ezberini bozmuş gözüküyor. AB standartlarında özgürlük Kürt sorununu çözüyor. Ama eski plakları çalarak siyaset yapmak isteyenler bundan rahatsız. AB sürecini ve onun getirdiği hakları pekiştirmek, hayata geçirmek yerine, kendine "siyasal kabe" arayarak yola devam etmek isteyenler bocalıyorlar. Kürt sorunu bundan böyle "kabe" belirlemek yerine, mevcut demokratik hakları içselleştirme, pekiştirme ve yaygınlaştırma hedefini gütmez ise statükonun oyuncağı da olabilir.
*** "Devlet, yönetenler değişsin ama biz aynı kalalım", hatta kendi inançlarımız ve düşüncelerimiz doğrultusunda topluma baskı yapalım anlayışında olanlar var ise onların AB'yi hiç anlamamış olmaları gerekir. AB, yöneten-yönetilenle birlikte toplumu topyekdönüştüren, ortak zihniyeti "bireyin özgürlüğü" düzeyinde oluşturan ve bunu sürekli genişleyecek bir demokratikleşme dinamizmine yerleştiren bir koca trafo... Müslümanların, Kürtlerin, Türklerin bugün yaşadığı zorluk, dönüşüm zorluğu... Onlar sadece yönetim değişecek ama yönetme biçimi değişmeyecek sanıyordu galiba. Halbuki AB'nin gücü tam da buradan geliyor. Köhnemiş bir topluma, o toplumu oluşturan her insanın bir "birey" olduğunu, bir daha hiç unutmayacakları bir biçimde anımsatmasından...
|