Soygun çağı şerefine Petrus
Bronz çağını 18. yüzyılda, gümüş çağını 19. yüzyılda, altın çağını 20. yüzyılda yaşayan kapitalizm; aslında 1990'larda başlayan yirmibirinci yüzyılda platin çağ yerine sınır ve oran tanımayan kar ilkesi ile soygun çağını patlattı. Bu patlamanın temel göstergesi bütün dünyayı saran hastalık düzeyindeki marka düşkünlüğüdür. Sadece zengini hedef almakla kalmayan, nice çulsuz özenti kurbanına her şeylerini feda ettirebilen bir müptelalık. Soygun çağının pek olağan bir manzarası dünkü gazetelerin manşetlerini süsledi: Uzan'ların müzayedeye çıkan nadide şarapları. Petrus nam bu mey daha marka olarak anıldığı an Yeşilaycıyı bile sarhoş edebiliyor. Onun için aracı avukatların bu şarapları Uzan'lar adına satın aldıklarını güçlü şekilde ima edecek yayınlar yapabiliyoruz. Maskeli, muvazaalı veya hileli olduğu ima edilen satın almalar pek çok açıdan pis yaralardır; meşru desen değil, gayr-ı meşru desen o da değil.. Müzayedelerle ilgili malumatları edindikçe pis yaraları benliğinizde hissedersiniz. Bir kere bilirsiniz ki, haber ve yorumlarda ima edilen perde arkasındaki kişi yüzde doksandokuz gerçek alıcıdır.. İlgili gazetecilerden başka müzayede meraklıları da, -ne kadar iyi saklanırsa saklansın- gerçek alıcıyı gayr-ı resmi yoldan mutlaka öğrenirler.. Belge olmadığı için ima yolunu seçer ve yasal sorunu aşarlar. Ancak imali haber yapmak, zan satmaktır. Zanların çoğunlukla haklı çıkması imalı haberi tamamen meşru kılabilir mi? Yaralar burada bitmiyor.. Perde arkasındaki alıcı gerçekten Uzanlar olsun veya olmasın, her iki durumda da devlet küçük düşmekte, kamu vicdanı rencide edilmektedir. Çünkü kamu adına anılan grubun mallarına el koyan devlet, ne yasal gerçeği gün yüzüne çıkarabiliyor ve gereğini yerine getirebiliyor, ne de dedikodunun asılsız olduğunu beyan edebiliyor. Eğer bu ima haklı ise Uzanlar devlete ve halka meydan okuyor: -Siz bizim mal varlığımıza el koyduğunuzu mu sanıyorsunuz? Sizin el koyduklarınız bizim birikimimizin sadakası kadar bile değildir.. Biz sizin bulamadığınız öyle büyük paralar götürüp sakladık ki, görüyorsunuz, el koyduklarınızı son şişe şarabına kadar geri alabilecek durumdayız.. Bu şiddetli alay ve hatta hakarete muhatap olmamanın tek yolu var: 'Hayır, perde arkasındaki alıcı Uzanlar değildir' diye kestirip atabilmek.. Şahsen kendimi kandırmak bahasına hakareti sindirmektense bunu tercih ediyorum. Böyle örnekler küresel bir soygun çağı yaşadığımıza dair bilincimizin pekiştiriyor. Artık soyguncu olmayan birey veya ülke yoksulluğa mahkum gibi. Zengin ülkelerin birikmiş birey ve kurum tasarruflarını fonlar halinde işleten uluslararası piyasa korsanları gelişmekte olan borsalara giriyor, silahsız soygununu yapıp dönüyor. Mafya bile ürettiği dehşetin etkisiyle çoğu vurgununu kimseyi öldürmeden, hatta silah kullanmaya bile gerek görmeden gerçekleştirebiliyor. İlaç sanayi insan sağlığı üzerinden hayasızca sömürüsünü sürdürüyor. İlaç pazarlamacısı, sıradaki hastadan daha öncelikli olarak doktor bey tarafından kabul görebiliyor.. Bunun hangi tıbbi-ahlaki ilke ile gerçekleştiğini sorunca her hekim başını öne eğiyor. Bazen çok sivri akıllı biri de 'Efendim o sırada bekleyen hastaların iyiliği için hekimler anında yeni ilaçlardan haberdar ediliyor' türü yaveler de döktürebiliyor. Ayrıca hekimin kariyeri, şöhreti ve muayene ücreti yükseldikçe genellikle yazdığı reçetenin faturası yükselir; siz de bunda bir bityeniği arayamazsınız!. Çünkü insanlık henüz küresel ilaç kan emicilik afetini sorgulamanın bile eşiğinde değildir. Nerde kaldı ki ıslahına teşebbüs edebilmek! Bu soygun yüzünden adamlar öldürülür, bakanlar ve hatta hükümetler düşürülebilir, savaşlar çıkabilir. Çağın soygun çağı olduğunun asıl simgesi marka gerçeği. Nasıl da överiz marka yaratmayı değil mi? -Kolay değildir efendim; emek gerektirir, sermaye gerektirir, yaratıcılık gerektirir.. Sözgelimi tekstilde bir liralık pamuk, markalaşmış ürüne dönüştüğünde bin liralık bir değere ulaşır.. Bire bin. Ne tatlı kar? Peki ama marka yaratmak nedir ki? Önce, her türlü ahlaki ve yasal denetimi delebilen reklamcıların marifetiyle ciddi anlamda alışveriş hastası kitleler yaratmak ve sonra onları uyuşturucu madde bağımlıları gibi belli markalara şartlandırmak mı? Taşerona ürettirdiğiniz yirmi milyon maliyetli pantolonu ikiyüz milyona satabilmek mi? Sağlıksız alışveriş kültürü mağdurlarının ceplerini boşaltmak ile, algılama özürlü zavallı bir vatandaşı aldatarak parasını çalmak arasında ne kadar büyük fark var?
|