Attan düşenin...
Başbakan bir gün ata binmişti, attan düşmüştü; belki yine biner, inşallah düşmez. Başbakan atı dava etmedi; at da şikayetçi olmadı. Bunlar hayatın, doğanın, hayvanların, insanların cilveleriydi.
*** Başbakan, her ne kadar bazı kazalar olduysa da, Avrupa güzergahı, Kopenhag kriterleri, temel hak ve özgürlükler için, partisiyle birlikte çaba harcadı. Bizzat kendisi de, "okuduğu bir şiir yüzünden" ceza almış, hapis yatmış bir insandı. Dolayısıyla, fikrinden, sözünden, yazısından, karikatüründen, eleştirisinden ötürü ceza almış, mahkum olmuş herkesi anlayabilecek konumdaydı. Attan düşenin halinden attan düşen... Damdan düşenin halinden damdan düşen anlardı ya... Düşünce ifadesinden dolayı dama, dara ve cezaya düşenin halinden de dama düşen iyi anlamalıydı.
*** Fakat, Başbakan, bir karikatürist için "hakaret" davası açtı. Onu ve gazeteyi mahkum ettirdi. Leman'da da çizen Sefer Selvi, Evrensel gazetesinde, Başbakan'ın danışmanlarını konu alan yazı dizisinde, kuvvetli şahsiyetlerden Cüneyt Zapsu'yu Başbakan'ın sırtına binmiş biçimde karikatürleştirdi. Karikatüristin dünyaya, olaylara bakışı ve onları mizahın, karikatürün diliyle, çizgisiyle eleştirisi böyleydi. Bir başkası el ele, bir başkası göz göze, bir başkası diz dize çizebilirdi. Bir başkası aynı tabaktan yerken, bir başkası aynı kaptan içerken, aynı kapıdan geçerken, aynı ata binerken ya da düşerken çizebilirdi. Karikatür, bir insanın insan halinin deforme edilmesi olarak "hakaret" sayılsa, "gerçeklik iddiası" addedilse, dünyanın hiçbir yerinde politik-eleştirel karikatür olmazdı.
*** Yargıtay'ın da, basın, ifade ve eleştiri özgürlüğü çerçevesinde, böyle bir bakışı vardı zaten: "Siyaset sahnesinin kişileri ve kurumları, kendilerine yönelen alkışlar kadar, bazen sert eleştirileri de karşılamak durumundadır." "Karikatür denilen sanat alanında, hukuka uygunluk sınırı, özel alınganlık dışlanarak belirlenir." Bu vakada gerçeklik haberin kendisiydi; karikatür ise o haberin mizahını yapan simgesel eleştiriydi. Asıl önemli soru, bu tür bir karikatürden, Başbakan'ın ne tür "manevi zarar" görebileceği, ülkenin bunca acısı arasında ne tür "acı, elem ve ıstırap" duyabileceğiydi. Öyle ya, bir zina-AB dalgalanmasında, bu ülkenin "maddi zararı" 5 milyar dolar diye iddia ediliyor, herkes bunun maddi, manevi bedelini de üstleniyorken!
*** Başbakan ve hukuk, onca demokratik hamle manzarasında, anti-demokratik alınganlık ve dava açısından "emsal" olmamalı. Eleştirinin öldürüldüğü yerde ne gül biter, ne demokrasi, ne AB. Asıl çarpıcı olan da; basın, ifade ve eleştiri hürriyetini ilgilendiren böyle bir olayın... Bu ara her "hürriyet"i sahiplenen hür gazete de dahil, hemen hiçbir yerde haber bile sayılmaması... Demokrasi, özgürlük adına yazıp çizen nicelerinin, mahkum gazete küçük, muhalif, "başka dünyaya ait" diye, bunu mesele dahi yapmaması. Demokratik olgunluk ve tutarlılık; medya, iktidar ve hukuk açısından bu kadar mı zor! "Avrupa yolu"nda hiç yakışmıyor!
|