| |
|
|
Türkiye, Mersin'e, AK parti tersine mi gidecek?
Madem Türkiye'nin AB üyeliği için müzakerelere başlaması konusunda hiçbir engel kalmadı deniliyor... O zaman herkesin ve her kesimin, külahını önüne koyup, "Böyle gelmiş ama böyle gitmez" diye hesap yapma zamanının yaklaştığı da söylenebilir. Eğer AB üyeliği için 17 Aralık'tan sonra müzakereler ve Türkiye de "AB'ye Topyekün Uyum" programını uygulamaya başlarsa, ne siyasi partiler, ne devletin çeşitli kurumları, ne şirketler, ne de toplumsal yaşam eskisi gibi kalabilecektir. Bu açıdan, öncelikle AK Parti'nin ve Recep Tayip Erdoğan'ın, siyasi konumlarına dönük ciddi değerlendirmeler yapmaları gerekiyor. Meseleyi açık koyalım. AK Parti tek başna iktidara, çok iyi bir programa ve eşi benzeri olmayan kadrolara sahip diye gelmedi. "Diğer Partiler" yetersizlikleri, kokuşmuşluğa katkıları, çözümsüzlükleri nedeniyle halkı öylesine bezdirmişlerdi ki, onlar tasfiye edilirken, aradan AK Parti tek başna iktidar olarak çıktı. Örneğin Cem Uzan Genç Parti'yi kurmasaydı, bugün DYP de, MHP de TBMM'de olacaklardı.Yani siyasetin matematiği da, AK Parti'yi yukarılara taşdı. AK Parti de, bazı istisnalar hariç, tek başna iktidar olmanın gereğine, layık biçimde davrandı genellikle. IMF Programı kararlılıkla uygulandı ve enflasyon düşürüldü. Çeşitli fırsatlar dolayısıyla devletin üst katları tarafından gündeme sokulan kavga konularından, kararlı bir sabırlılıkla kaçıldı. Kıbrıs benzeri konularda ve Uyum Paketleri'nde ciddi adımlar atılıp, AB yolu açıldı. Ancak AK Parti, bu süreç boyunca, merkez-sağın büyük kitle partisi olmak yolunda, kendisini bilinçli şekilde frenledi. Sanki 28 Şubat musibeti hep tekrarlanabilirmiş gibi, Erdoğan'ın çekirdek çevresi, başarıya ve tüm Türkiye'ye açılmak yerine, "Sadakat"a dayalı oluşturuldu. Hatta bazılarına göre adeta bir cemaat görüntüsü korundu. Liberal-Muhafazakar bir sentezi oluşturmak yerine, Muhafazakar-Mukaddesatçı bir görüntü tercih edildi. Tek başna iktidar olmalarına rağmen, kendilerini "Muhalefetteki Taşra" diye sunmayı, merkezdeki hiçbir kişi ve kuruma güvenmemeyi, bir nevi yöntem olarak benimsediler. Ve bu arada eski partilerin yaptığını yapıp, kendilerine bağlı bir sermaye kesimi oluşturmak için "Adamını Bul" modelini uygulamaya başladılar. AK Partililer'in, bu tabloyu gözden geçirip, kendilerini 17 Aralık sonrası döneme uyarlamanın projesine başlamaları için bu hafta girecekleri üç günlük Kızılcahamam Kampı, bir büyük fırsat olabilirdi. Ama Erdoğan'ın önceki gün yaptığı açıklamalar, bunun tam tersi bir yolun izleneceğinin işaretlerini verdi." "Yerel Yönetimlerde Kadın Şurası-2004" toplantısında konuşan Erdoğan, zina konusunda AB'ye verdiği tavizi unutturmak istercesine, AK Parti'nin muhafazakarlığının altını çizdi ve kadın derneklerinin yaptığı yürüyüşler hakkında şöyle konuştu: - Ben Türk kadınını geleneklerine, ahlak anlayışına yakışmayan bazı pankartları gördüğüm zaman Türk kadını adına buna çok üzüldüm. Bunu da açıkça belirteyim. Bu ahlak değerleri içine sığmayacak pankartlara ben Türk kadını adına alkış tutamam, evet diyemem çünkü Türk kadını o ahlak değerleriyle güçlü olmuştur. Akşam da Kanal-7'nin İskele Sancak'ında, Gül ve diğer arkadaşları ile siyasi beraberliklerini şu cümlelerle ifade etti: - Bizim aramızdaki sadakati anlayamazlar. Bizi birbirimize düşüremezler. Bizim birbirimize olan sevgimiz farklı. Bizim siyasetteki yerimiz muhafazakar demokrattır. Bunu hazmedemeyenler olabilir. Biz halkımızla bütünleşerek yolumuza devam ediyoruz. Buna benzer işaretler, AK Parti'nin, Kızılcahamam Kampı'ndan merkeze değil sağa kayarak ve parti içi sadakat bağlarını kuvvetlendirmek gerekçesi ile, çekirdek kadronun daha da daraltılacağı şekilde çıkacağını gösteriyor. Bu da, hem onlar hem Türkiye için talihsizlik olur.
|