|
|
Bu nasıl kadınlık Yarabbim!
Cinsiyetimden şüphe ediyorum. Ya sıkılıyorum, hem de çok. Neden mi? Alışveriş yapmaktan. Ama her türlüsünden yani. Mutfak, kılık kıyafet, ev ihtiyaçları. Başım dönüyor, içim çekiliyor, tadım kaçıyor. Evim tam takır kuru bakır. Ve fakat markete gitmeye acayip üşenmekteyim. Her gün iş çıkışı muhakkak bir market projem mevcut. Gelin görün ki, sanki çok mühim işlerim varmış havası yaratıp kendimi kandırıyorum. Çamaşır yıkarım, üç su yerleri silerim, dolabımı toplarım... Kısaca market muhabbeti eksik kalsın yeter. Geçen gün sefalet sınırlarımı fevkalade zorladığımı fark ettim. Kola, su, peynir, ekmek ve makarna dışında gırtlağımdan geçen hiçbir şey yok. Mansur Forutan'dan farkım kalmadı hani. Canıma tak etti, şeytanın bacağını kıracağım dedim. İş çıkışı Metrocity'e uzadım. Hani sanki Nişantaşı'nın marketlerine kıtlık geldi. Metrocity'de Migros var. Ve hani şu 3M cinsinden. Yani yok yok. Sırf gıda değil, kılık kıyafet, 'beş milyona beş don', 'bir süzgeç alana saklama kabı bedava' durumları söz konusu.
Annesiyle ite kaka güne gitmiş çocuklar gibiyim. Beni buraya kim koydu yahu? Salak salak beş on adım attıktan sonra... Aaa sepetim yok... Ve Migros'ta sepetsiz bir hiçsiniz. İyisi mi şu dört tekerlekli kabuslardan bir adet edineyim. Önümdeki abla işin ihtisasını yapmış belli. Pat pat pat sepetine saniyede üç parça koyuyor. Bense... Meyve-sebze reyonu pas. Bizim köşe başındaki sebze kamyonundan alıveririm nasılsa. Peynir desen hangi birini? Yoğurda süte gerek yok. Ben sap başıma tüketene kadar bozulurlar, günah ayol. Yumurta? Yaklaşık iki ay önce on adet almıştım, ikisini ablam menemen etti; kalmıştır sekiz, geçiniz. Ekmek? Off çok çeşit var, yok yedi tahıllısı, yok kahvaltı için, tost için, kepeklisi, çekirdeklisi... Seçemem! Yani onu da geç. Abur cubur? Zarar-ziyan etmeyelim kendimizi, hem kilo yapar sonra. Hazır, dondurulmuş gıdalar? O hooo çözülene kadar iştahım kaçar. Derkeeen... Baktım yanımda güvenlik görevlisi bitti. FBI ajanı kıvamında beni süzmekte. Misal peynir bakıyorum, ajan meyveli yoğurtlara yöneliyor. Zeytinyağlara kaynamışım, baba iki yandaki tavaları inceliyor. Tek göz daima bende. Sözüm ona çaktırmayacak. Daa... O üniformayla nereye kadar be usta. Ancak adam da haklı, şüphe çekmeyecek gibi değilim ki. Kırk beş dakikadır elinde boş sepetle dolanıp, onu bunu karıştırıp, sepete tek parça atmışlığım yok. Resmen kadınlığın yüz karasıyım. Üstelik zırt pırt telefonum çalıyor, burnum aktığından peçete falan gerekiyor, elim mütemadiyen çantamda. Bedeni ter bastı, abi sıkı takipte. Enseme bindi binecek. Off ya seni annem mi saldı başıma ya? Ve karşıma kozmetik reyonu çıkar. İşte buna dayanamam. Ruj olayını severim hani.
Ta ki reyondaki bol makyajlı, konuşması hostes tonlamalı kız kafamı karıştırana kadar. Ruj alemi de bozulmuş abicim. Kalıcısı, sedeflisi, üç saat çıkmayanı, iki kat sürüleni, fırçalısı, tüplüsü. Ama ben "Migros'a geldi de eli boş çıktı" dedirtmem. Hem şu güvenlikçi de şişsin kalsın, morarsın. Azmin zaferi budur! En nihayet kadını savıp, bronz renkte ruju kaptım. Tabii teyzelerin 'savaş çıktı' kıvamındaki alışveriş sepetlerinin arkasında tek bir ruj ödemesini beklemek başka bir ızdıraptı. Haa express yani hızlı kasaya mı gitseydim? Sormayın onun kuyruğu bin beterdi. Bu arada benim ruj bayağı rayting yaptı, kızlar bayıldı valla. Da... "Nerden aldın" sorusuna 'Migros' cevabı karizmamı bozuyor ya neyse...
|