| |
|
|
Hani bunun, ilk değil de son sahibi?
Önce Madrid'de Prado'yu gezerken dikkatimi çekmişti. Resim sanatı, azizleri, azizeleri, Hz. İsa'yı, papaları görüntüleyerek yola çıkmış. Sonra kralların, kraliçelerin, prenslerin, prenseslerin resimlerini yapmış ressamlar. Derken şişman tüccarların, karılarının, çocuklarının resimleri geliyor. Bu arada devreye eyalet valileri, komutanlar, yargıçlar falan da girmiş. Çağların değişimini de, bu süreçte paranın ve gücün nasıl el değiştirdiğini de, Batı'nın sanat müzelerini bu gözle inceleyerek görebiliyorsunuz. Paris'te 1850 sonrası yakın çağ resimlerinin sergilendiği müzeleri (örneğin Musee D'Orsay) gezerken de, bu kadar büyük boyutlardaki tabloların asılabileceği özel mekânların varlığını düşünerek şaşırmıştım. Bizim Osmanlı'nın kendince zengin sivil paşaları Ermeni kalfalara ahşap köşkler çattırıp, yemek odasının tavanına meyve, kitap odasına atlas resmi yaptırırken, Batı'nın sanayi baronları mermer saraylara geçmişler. Türk toplumu bu süreçleri gecikmeli yaşadı ve yaşamakta. Türkiye'de servet sahibi sınıf temsilcilerinin, üç kuşaktır yaşadıkları görkemli aile malikâneleri yok.. Hemen hepsi bugünkü villalarına, apartman katlarından gelmediler mi? Zaten Osmanlı sistemi de, "Hiçbir şey devletten büyük ve devletten devamlı olamaz" ilkesini benimsemiş. Devlet vermiş, devlet geri almış her şeyi. Bir belirli dönemde varlık sahibi olabilenler, birikimlerini devlete kaptırmamak için, mallarını mülklerini vakfedip, bir çeşit hile-i şeriye yapmamışlar mı? Bırakın serveti. Rütbe, şan, şeref bile böyle verilip, alınmamış mı? Örneğin madalyalara, nişanlara bakın. İlk Osmanlı madalyaları 1. Mahmut'un ve sonra 3. Osman'ın dönemlerinde çıkarılmış. 3. Selim döneminde çıkan, tuğralı ve Osmanlı ayyıldızlı "Vaka-i Mısriye" madalyaları da, kayıtlarda var. Örneğin 1805'te Trafalgar'da ölen büyük İngiliz amirali Nelson'un üniformasındaki dört madalyadan biri ay-yıldızlı (Metin Erüreten, Osmanlı Madalya ve Nişanları, 2001). 2. Mahmut'un ıslahat hareketleri ile, başarılı devlet görevlilerine ve subaylara, Batı'daki gibi madalyalar verilmesi, yani bir "Meritokrasi"nin oluşturulması düzenlenmiş. Sonra Abdülmecid bunların hepsini lağvedip, Mecidi nişanını çıkarmış. Eski bütün nişan ve madalyaları da, sahiplerinden geri almış. Cumhuriyet ile de tüm Osmanlı madalyaları, bir anlam ifade etmeyen antikalar haline geldi. Sadece İstiklal Madalyası kabul edilir oldu. Şimdi yine, siviller ve askerler için, madalyalar ihdas ediliyor. Ama bunların da bir gün hükümsüz sayılmayacaklarının teminatını kimse veremez. Demirel Cumhurbaşkanıyken, oldukça kalabalık bir gruba törenle "Devlet Sanatçısı" unvanı vermişti. Sonra bu unvanlar, mahkeme kararı ile iptal edilmedi mi? Nereden geldi bunlar aklıma. Film yapımcıları ve rejisörler, özel televizyonlar sayesinde zengin olmaya başlayınca, ekrana ve beyaz perdeye yansıyan servet belirtileri de değişmeye başladı. Eskiden zengin adam, sabahlık giyen Hulusi Kentmen'di. Zengin adamın kızı da, jüponlu etekliğini ve twin-setini giyip, parti verirdi. Salondaki piyanoda fakir delikanlı çalıp, alaturka söyler, partiye gelen şımarıklar onunla alay eder, zenginin kızı da âşık olurdu ona. Şimdi konaklar, spor arabalar, sürat motorları da var filmlerde ve dizilerde. Zenci dadının yerine de, herhalde Filipinli hizmetçiler koyulur bir süre sonra. Mümkün olsa, TMSF'nin satışa çıkardığı şaraplar, tablolar, yatlar ve gökdelenler de filmler ve dizilerde kullanılacak. Acaba bu süreç sonunda "Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi" söyleminin dışında bir dünya kurulabilecek mi? Yani "Son Sahip"in kim olacağı da akla gelecek mi?
|