Kurtuluş bu tabloyu tersine çevirmekte
Durup dururken birden ortaya çıkan AB yol kazasının yarattığı etkiyle faizlerin bir kaç puan yükselmesi gündeme geldi. Merkez Bankası'nın henüz 2 puanlık yeni faiz inidirimi yaptığı ve Hazine faizlerinin yüzde 25'ten aşağılara doğru inmesinin beklendiği bir ortamda yol kazası ile 4 puanlık sıçrama, sadece Hazine'ye değil, bankalara, şirketlere, tasarruf sahiplerine de fatura çıkartıyor. Buna benzer bir çok olay geçmişte yaşanmış. Özellikle sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı 1989 sonrasında Türkiye bazı yıllarda iç borçlanma yoluyla dünyanın en yüksek reel faizini ödemiş. Rant tartışması bir yana, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik yapısı da sürekli risk yaratıyor. İşte bunlara dayanarak dün "Yüksek faiz Türkiye'nin kaderi mi?" diye sormuştuk. Türkiye'nin 2001 krizi sonrası devlet iç borçlanma senetlerine ödediği dolar bazında ve toptan eşya fiyatlarından arındırılmış gerçek faizlerini de bir tablo halinde yer vermiştik. Dolar bazında yüzde 100'ü aşan kazançlar söz konusuydu. Bu yaklaşık bir yıllık süreçte elde edilmişti.
Güvensizlik çukuru Yüksek faiz hem yüksek borç stoğunun hem de yüksek riskin karşılığı. Bunu adeta Türkiye'nin kaderi kılan risk unsurlarıyla sık sık karşılaşıyoruz. Bitişikteki grafik, Merkez Bankası'nın her ay yaklaşık 500 civarında sanayi şirketinde yaptığı İkdisadi Yönelim Anketi'nden türettiği Reel Kesim Güven Endeksi'nin 1987 sonundan bu yana aylık seyrini gösteriyor. Bu endeks reel kesimin genel gidişat, ihracat imkanları, yatırım harcamaları, toplam sipariş, mamül mal stoku, toplam istihdam, üretim hacmi, iç pazara satılan mal ve hammadde stok eğilimini yansıtıyor. Endeksin başlangıç değeri 100 ve bu rakamın üstünde olması durumunda beklentilerde iyileşmeye, altına düşmesi kötüleşmeye işaret ediyor. 1987 Aralık ayından 2004 Ağustos ayına kadar 17 yıllık sürecin çoğu reel kesim için beklentiler açısından kötü geçmiş. Hatta grafiğin derin çukurları sanayi kesiminin sık sık derin kaygılara girdiğini, endişe dönemleri yaşadığını gösteriyor. Grafiğin üzerinde de var. 100'ün altına düşen büyük sarkaçların sayısı altı. 201 aylık dönemin 111 ayında güven endeksi eksiye düşmüş. Yani güvensizliğe dönüşmüş.
Yönetimin önemi Buna karşılık güvenin artıya geçtiği ayların toplamı 90 ve güvensizlik içinde geçen ayların altında. Kötü günlerin sayısı iyi günlerden fazla. Üstelik iyileşmeler çok ölçülü ve endeks en çok 100 değerinin üzerine 15 puan kadar çıkabilmiş. 100'ün altına düşüşü ise 39 puanı buluyor. Bu da, sanayi sektörünün ağırlıklı olarak güven bunalımı içinde faaliyetini sürdürdüğünün kanıtı. Derin bunalım dönemlerine bakınca, bazı temel olaylar dikkati çekiyor. Ortak nokta ülkenin yönetimi ve ekonomik yapının sağlam olup olmadığıyla ilgili. 1994 ve 2001 krizlerini biz çıkardık. 1991 ve 1998 krizleri dış kaynaklıydı ve Türkiye'nin yapabileceği fazla bir şey yoktu. Ancak bu coğrafyada bulunmamızın faturası çıktı karşımıza.
Faiz sigortası 1994 ve 2001 krizlerinin ortak özelliği ise verilen cari açığa karşılık faiz oranlarının düşmesi veya düşürülmesiydi. 2004'te verilen cari açığa karşılık asıl sigorta ise reel faizlerin yüksekliği. Bu anlamda yüksek faiz bu ülkenin kaderi. Sanayinin yaşadığı bu ortam mali piyasalar için de geçerli. Belki çoğu zaman piyasaların bunalımından dolayı sanayi sektörü de kriz geçiriyor. Ama ne olursa olsun, hangisi diğerini etkilemiş olursa olsun, sonuç değişmiyor. Faturayı bu ülkenin insanı ödüyor. Yüksek reel faizleri kader olmaktan çıkarmak istiyorsak işe kötü gün sayısını azaltmaktan ve iyi gün sayısını çoğaltmaktan başlamalı. O zaman reel sektörün de finansal sektörün de durumu iyileşir. Yukarıdaki grafiği tersine çevirmede en önemli görev de, ekonomik yapıyı kuvvetlendirecek, makro dengeleri düzeltecek ve beklentileri yönetecek olan hükümetlere düşüyor.
Sonuç: "Taşlı bağın duaya değil, kazmaya ihtiyacı var" Kızılderili sözü
|