| |
|
|
Migros'un 50 yılı, bizim tüketim tarihimizdir
1960'lardan başlayarak Avrupa ülkelerini gezip görmeye başladım. Ama açıkçası "Tüketim Toplumu"nun ne olduğunu ilk kez, 1970'lerin başındaki Amerika seyahatimde, bir hiper marketi gezerken anladım. Long Island'da bir marketti bu. O kadar çok ve çeşitli mal, elimin değdiği hizada, raflarda yığılmış duruyordu ki, 1970'ler Türkiye'sinden gelen ben, şaşkına döndüm. Ertesi gün uçağa binip Türkiye'ye dönecektim. Ve şiddetle, bu mal yığınları arasından bir şeyler satın almam gerektiği gibi bir dürtü sarmıştı vücudumu. O dönemde köpeğim olmadığı halde bir kutu köpek maması almışım. Türkiye'deki prizlere uyumlu olmayan üç çatallı bir elektrik fişi almışım. Otele dönüp aldıklarıma bakınca, kendime güldüğümü hatırladım. Birkaç kilo elma, büyük bir kutu deterjan almayı da düşünmüştüm. Eve gelen ambalajlanmış kutuların sicimlerinin sarılıp, büfenin çekmecesinde saklandığı bir ülkenin vatandaşıydım neticede. Ne bakkallarda, ne de manavlarda bu kadar çok miktarda ürün göremezdiniz. Avrupa da yeni yeni kendine geliyordu. Migros'un Türkiye'de 50 yaşına bastığını düşünürken, aklıma o günler geldi.. İlk defa 1954'te, üzerinde Migros yazan satış arabaları İstanbul'un mahallelerini dolaşırken, kimse "Acaba hangi ürünü alsak" diye bir tercih imkanına sahip değildi. Sadece sermayesinde kamunun da (İstanbul Belediyesi, Toprak Mahsulleri Ofisi, Et ve Balık Kurumu, Ziraat Bankası) bulunduğu, İsviçre kaynaklı, ucuz ve temiz mallar satan bir tekerlekli bakkal dükkanı gibi bakılırdı. Döviz kıtlığı yüzünden karaborsanın başladığı, tüccarların Milli Korunma Kanunu ile hapishaneleri boyladığı o yıllarda Migros, dönemin iktidarı Demokrat Parti tarafından bir nevi seyyar tanzim satış noktaları olsun diye teşvik edilip, kurdurulmuştu. O yıllar masal kadar uzakta yeni kuşaklar için. Biz Türkler'in 1977-83 arasında kahve bulamadığımızı ve yurtdışından gelenlerin Türkiye'ye hediye olarak kahve getirdiğini hatırlayan var mı? Migros'un çoğunluk hisseleri 1974'te Koç Grubu'na geçtikten sonra, bu şirketin yapısı değişti. 1980'lere 30 mağaza ile girdi Migros. Ama Türk ekonomisi gibi Migros'un da, Turgut Özal'ın reformları ile kaderi değişti. Bir ülkede üretim kadar tüketimin de hayati önem taşıdığı anlaşıldı. Kentli yaşamın ayrılmaz öğesinin marketler olduğu, bu marketler sayesinde üreticilerin farklı boyutlarda pazarlama ve satış imkanına kavuştuğu görüldü. Hatırlarım. Turgut Özal, yabancı konuklarını, mesela Metro'ya götürür ve rafların arasında gezdirirken, "Bunların hepsi Türk malı" diyerek, ekonominin dinamizmini anlatmaya çalışırdı. Şimdi ben Migros'u, Gima'yı, Tansaş'ı, Carrefour'u gezerken, bunlardaki mal miktarının ve çeşidinin, ilk gördüğümde beni şaşırtan Amerikan marketindekinden az olmadığını görüyorum. 1954'ün 20 arabalı Migros'unun, bugün 7 coğrafi bölgede 490 mağazası ve 4 ülkede 37 Ramstore'u varmış. Ayda 12 milyon müşteriye hizmet veriyormuş. 2004 satışları yurtiçinde 1.9 katrilyon lira ve yurtdışında 460 milyon dolar olacakmış. Şimdi ben yine rafların ve 30- 40 bin çeşitten oluşan yığılı malların arasında dolaşıyorum. Bunun için Amerika'ya gitmeye falan gerek yok. Ve gereksiz hiçbir şey de almıyorum. Hem gözümüz doydu, hem de bu hiper marketler hepimize, bilinçli tüketici olmamız için, eğitim verdiler.
|